30 Kasım 2007 Cuma

"Mini Kitaplık"















Kitap sever arkadaşlara blogumuzun yeni bir hediyesi daha:) Kitaplık deyince öyle kocaman raflı, çekmeceli ne bileyim dolaplı mobilyalar gelmesin aklınıza. Yukarıda, aşağıda, orada burada gördüğüz iki küçük parçaya kitaplık demişler. Modeller, renkler harika. Ben bunu görüp beğendim gerçekten. Kitaplarımızı düzgün bir şekilde durdurabiliriz. Ama benim gibi çok kitabınız varsa sadece okumakta olduğunuz kitaplar için kullanabilirsiniz. Diğerleri için ek bir kitaplık olacak mecburen:) Başucu kitapları için harika bir çözüm. Ben en çok balerinli olanı sevdim. Ya siz?

29 Kasım 2007 Perşembe

"Kitap- Yastık"



Kitap severler için bir ürün tasarlamışlar. Yastık olarak kullanabileceğiniz aynı zamanda içinde kitabınızı saklayacağınız bir ürün. Ama o kocaman yastığın içinde kitabı nasıl okuyacağız orasını ben de bilmiyorum:) Yine de ilgisini çeken birileri olur değil mi:) Ben ona karışmam da yastık kılıfının şekli çok güzel ya, rengide değil mi:) al işte kadın aklı. Adam düşünsün, düşünmekle kalmasın birde uygulasın berfin hanım ürünle değil kumaşın deseni ve rengiyle ilgilensin:) Benden hiç birşey olmaz valla. Gördüm ama beğendim mi bende bilmiyorum:) Sanırım uykum geldi saçmalıyorummmm..

"İlginç Eşyalar"

Canlarım bugünlerde hayatımda anlatacağım değişiklikler yok. Hal böyle olunca size daha ilginç gelecek konular bulmaya çalışıyorum. Ama hep böyle devam edecek sanmayın:) Tabi ki özüme geri döneceğim. Yemekler, çiçekler ve uydurduğum eşyalarımla:) Ayy ben çatlarım ayrıca konuşmassam yani saçmalamassam:) Ama üyesi olduğum bir grubtan öyle güzel mailler geliyorki ve öyle ilginç fikirler, paylaşmadan edemiyorum. Belki aranızda bunları gören bilen vardır ama ya görmeyen varsa değil mi yani:) Gelen mailde ilginç eşyalar vardı. Ben de bunlardan hoşuma gidenleri paylaşayım istedim:) Daha önce paylaşıldıysa banane ne yapayım yani, onlar paylaştı diye ben paylaşamazmıyım:) hadi başlayalım el oğlu neler yapmış görelim.Al işte adam sen üşenme kalk kokteyllerde insanlar daha çok ve daha rahat yemek yesin diye tabağın yanına bardak koyulacak yer yap. Yahu nerden geldi aklına kardeşim. Çok kokteyllere katılıyordun da aç mı kalıyordun tek elle yemek yiyemediğin için. Neyse siz benim adama söylendiğime bakmayın. Tamamen kıskançlık:) Bence harika bir icat:)İşte bu sandelye harika. Çok şık duruyor. Ama süs olarak iyi olur sanırım. Zira oturduğumuzda sırtımıza giren dal uçları ve yapraklarla çok rahat olacağımızı sanmıyorum:)Ama ben bundan mutlaka almalıyım canlarım. Niye mi? Benim Sayko ve Soyka'nın( kendileri benim japon balıklarım oluyorlar) taşınmaktan canları çıktı. Bir buçuk senedir bir yerleri yurtları olmadı benim yüzümden.Ordan oraya sürüklenip durdular. Bunu duvara asarım olur biter. Bunca seneden sonra bir yerleri olur yavrucakların. Görürseniz insanlık namına haber verinde alalım birtane:) Çok dua ederler valla.İşte buda tam benlik. Çiçeklerimin arasında harika olur valla. Çiçeğin ortasınada otururum ben. Çok güzel bir koltuk değil mi ama? Japon gülünü model almışlar sanırım:)
Ve son olarak portakal masa. Hadi bu güzel hoş da, bunun limon olanını düşünemiyorum:) Okadar gerçekki sanırım limonlusu olsa ben bakamazdım. Niye mi? Tabiki ağzım sulanırdı. Bak şimdi bile ağzım sulandı ki sadece adı geçti. Düşünün ki kocaaaman bir dilim limon sürekli gözünün önünde:) Ağzımın kenarından akardı artık:) Neyse çok uzun bir yazı oldu bu. Benim görüp beğendiklerim bu kadarcık. Hoşçakalın
**Canımgrubumdan melikeye teşekkür edelim(emeğe saygı)

28 Kasım 2007 Çarşamba

"Yetenek"

Resimlere ilk baktığımda hadi canım böyle karakalem mi olur dedim. Fotoğraf çekmişler karakalem diye yutturuyorlar. Aslında bu yaptığım şu yeteneksizliğimi kapamaya çalışmaktan başka birşey değildi. Tabi birde kıskançlık ortadan yarılacak kadar kıskançlık:) ne yapayım bende çok güzel resimler yapmak isterdim ve birde çok güzel şiiler yazmak. Adamlar fotoğraf gibi resimler yapsınlar biz hala çöpten adamlarla avutalım kendimizi. Gerçi artık çöp adamın çizgilerini daha düz çizebiliyorum:)) Ne yaparsın Allah herkese eşit verseydi herşeyi bir anlamı kalırmıydı. Hayırrrr:) O zaman çizen arkadaşı tebrik ediyoruz:) Yahu arkadaşlar şu en alttaki şu canım alttan sağdaki o fotoğraf değil mi? Değil mi:)) Tamam canım anladık.

27 Kasım 2007 Salı

"Gece Lambaları"

Bu lambalar sevilmez mi arkadaşlar bir bakarmısınız. Bunları gördüğümde kendimi hangisini alsam diye düşünürken buldum:) Kendime değil birgün olmasını istediğim çocuğuma:) Doğmamış çocuğa don biçmek diye buna mı derler yahu:) Gülen yüzü bol bir yazı yazıyorum ne güzel değil mi? Saptığımız konuya geri dönersek, gerçekten rüya gibiler. Çocuk odasında hatta yatak odasında herika durur. Aşağıda da beğendim iki tanesini daha ekledim. Ama en çok hangisini sevdiğimi sorarsanız-sormassanızda ben söylerim- yukarıdaki uyuyan micky mouse valla. Harika, bayıldım, bittim çokk güzel. Hadi bakalım siz de seçin beğenin bir tane.


26 Kasım 2007 Pazartesi

"Kaynanalarınızı Sevin"

Başlığa bakıp şaşırmayın.hadi canım kaynana da sevilir mi demeyin:) eğer aşağıdaki davetiye gerçekse valla sevilir:) tamam hadi çok ısrar etmiyorum. ne istiyorsanız onu yapın:)maillerin arasında bir davetiye gördüm ve çok güldüm. sizlerle de paylaşayım dedim. Tamam sevmeseniz bile şükür edin halinize yahu. Aranızda kaynana olan varsa yanlış anlamasın lütfen. Türkiye genelindeki kaynana-gelin ilişkileri göz önüne alınarak gelinlerin kaynana sevmediği ya da kaynanaların gelin sevmediği fikrini ortaya atmışlığım var. Yoksa bir derdim ya da bir yaram yok::) tamam uzadı konu kabak tad vermesin.


DOKTOR oglum

ile su anda ismini dahi hatirlamadigim

UCUZ GORUNUSLU ADI SEY'in

Dugunlerine davetli oldugunuzu uzulerek bildiririm.. .

Ailemizin tarihinde meydana gelen bu en buyuk felaket
8 Eylul Cumartesi gunu aksam saat 9'da gerceklesecek ... ve
hic suphesiz bosanma ile sonuclanacaktir.

Insallah fazla gecikilmeden nikahi iptal ettirmek mumkun olabilir.

Bu yurekler yakan, icleracisi duskirikligi torenini aksam yemegi takip edecektir.

Yemekte sadece kuruyemis sunulacaktir, cunku ismi lazim degil, gelinin alerjisi var.

21 Kasım 2007 Çarşamba

"Barış Çiçeği"

Uzun zaman oldu yazmayalı ya da bana çok uzun geldi. Her gün yazı yazmak istiyorum. Ama sanki zaman dar, gün yetmiyor bana. İşte zaman ayıramıyorum. Eve gidince yazarım diyorum eve gidince gece nasıl oluyor hiç anlamıyorum. Yemek, bulaşık temizlik v.s. offfffff yazarken bile bunaldım. Neyse bu arada bizim buralara soğuklar iyice geldi. Yağmur, rüzgar ve soğuk gelsin ben pek memnunum ama bahçem değil. O yüzden size bahçeden güzel haberler veremiyorum. Ama yukarıdaki çiçek aramıza yeni katıldı. Barış çiçeği adı. Aslında kendisini ilk işyerimde, patronun odasında görmüştüm. Beyaz çiçekleriyle harika görünüyordu ki ilk görüşte aşık olmuştum kendisine:) hemen netten adını, bakımını ve nasıl çoğaltılacağını öğrenmiş ve kimseler yokken bir kök uçurmuştum:)Köklendirmiş, ekmiş ama hüsrana uğramıştım. İkinci denemede de başarısız olunca üçüncüsünü denemedim. Neden mi? Kökler azaldı ve yakalanma riski arttı:) Tam barış çiçeği sayfasını kapattık derken geçtiğimiz hafta sonu hiç olmayacak bir şey oldu. Cumartesi akşamı annemlerden dönüşte yürüyelim dedik. Saat 11,30 civarı. Kaldırımda sohbet ederek yürürken Erkuş durdu ve canım yol kenarına çiçek atmışlar dedi. Tabi gözlüğü olmayınca göremeyen Berfin karısı çiçeği bir türlü göremedi. Canım çiçek varsa kapta gel dedim. Ben dedim hem de Erkuş ‘a. Yolda para görsek eğilip almayan tipler az ilerisinde çöp duran yerden saksı alıyor. Manzarayı düşünsenize. Erkuş’un ciddi misin bak giderim alırım tarzında tehditlerini duymazdan gelerek hadi al , git alsana ne olacak gazlarıyla Erkuş’umu gönderip aldırdım çiçeği. Elinde çiçekle yanıma gelince birde ne göreyim barış çiçeği ama yapraklar aşağı doğru sarkmış yani bir tane dik duran yaprak yok. Tabi biz bir yandan halimize gülüyoruz bir yandan çiçeği ne yapacağımızı düşünüyoruz. Erkuş yaşamaz bu atalım gitsin diyor ben hayır olmaz yaşatırız diyorum. Diğer yandan da kimse görmüşümüdür bizi, gördülerse bu kılık kıyafetle çöp kenarlarından malzeme topluyorlar demişlerdir deyip halimize gülüyoruz. Bu arada çiçeğin yeni evlenmiş birine ait olduğunu düşündük. Çünkü etrafındaki kâğıt ve kurdeleler bile çıkarılmamıştı. Eve geldim birde ne göreyim toprağı taş gibi olmuş. Allah’ım insan dibine bir damla su dökmez mi ya. Gece gece çok kızdım o insanlara. Ama haksız mıyım bakamıyorsan bakabilecek birine ver ne bileyim sağlamken kapının önüne koy biri alsın değil mi? Her neyse hemen çiçeğin etrafındaki süsleri çıkardım, suladım ve balkona koydum. Sabah yataktan kalkınca ilk iş yanına gittim ve ne göreyim ortadaki yapraklar dikleşmiş. En kenardakiler hala solgun vaziyette olunca onları budadım. Ve bir hafta sonra çiçeğimiz yukarıda gördüğünüz durumda. Valla kendimizi hayat kurtarmış görüyorum. Düşünsenize canım kocam onu görüp, almaya çekinseydi bu çiçek çöplükte yok olup gidecekti. Ama şimdi başköşede barış çiçeğim. Böyle bir macerası var kendisinin. Şimdi evinde olanlar için genel özelliklerinden bahsedeyim. Nemli ortamı ve aydınlığı seviyor. Direk güneşten ve çok soğuktan korumak gerekiyor. Bir de kireçli suyu çok sevmiyormuş. Bahçeden haberler şimdilik bu kadar. Bol çiçekli sohbetlerde buluşmak üzere.

19 Kasım 2007 Pazartesi

"Karanfil Kokulu Kadınlar"

Kötü bir niyetim yok, tek derdim karanfil kokmak ve karanfil kokulu kadın sayısını arttırmak. Valla bak tek derdim buJ Nasıl yapacaksın sorusunu duyar gibiyim? Bunu açıklamadan önce şu yukarıda gördüğünüz, büyük ihtimalle hiç bir şeye benzetemediğiniz- aman durun canlarım sizin zekânızla ya da görme duyunuzla alakalı bir şey değil sadece fotoğrafı çeken kişinin yeteneğiyle alakalı-nesneler karanfil. Baharatçılarda rastladığınız, yok orda değilse gittiğiniz et lokantalarında almanız için size sunulduğunda gördüğünüz- bu adet sadece bizim memleket için geçerli olamaz değil mi?- yok orda da değilse ilk kez yukarıdaki resimde gördüğünüz nesne karanfil baharatı. Herkes karanfil baharatını öğrendiyse konun özüne dönebilirim. Kızlar bana küfür etmiyorsunuz değil mi? Evet arkadaşlar karanfil kokulu kadınlar olmak için öncelikle bu baharattan edinmemiz gerekiyor. Çünkü bu baharatlardan istediğimiz boncukları da kullanarak kolye ya da bileklik yapacağız ve buram buram karanfil kokacağız. Seneler önce bu kolyeyi ablam bir arkadaşında görmüş ve yapmıştı bende takmıştımJŞimdi büyüdümJ uzun zamandır yapmak istiyordum buraya da değişik bir şeyler eklemek adına iyi oldu. Yalnız elimdeki boncukları kullandığım için çok gösterişli bir şeyler yapamadım. Sizler zevkinize göre çok daha iyilerini yapabilirsiniz. Benim derdim şimdilik gösterişsiz de olsa takip karanfil kokmak. Eğer sizde karanfil kokusunu seviyorsanız baharatçıdan karanfilinizi, boncukçulardan boncuklarınızı alın ve yapmaya başlayın. Nasıl mı? Karanfilleri akşamdan soğuk suya yatırın. Ertesi gün karanfillerinizi peçetenin üstüne çıkarın ve biraz bekleyin. Yumuşayan karanfillerin uzun kısımlarıyla baş tarafındaki çiçek kısmını dikkatlice bir bıçak yardımıyla ayırın. Sonrasında en incesinden bir iğneye naylon ipi geçirin ve yavaş yavaş karanfillerin ortasından iğneyi batırın. Sonrası zevkinize kalmış. Boncuklar ve metal aparatlarla süsleyebilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken tek nokta karanfilleri ipe dizerken yavaş olmak. Çünkü karanfiller yumuşak olduğu için iğneyi geçirirken dağılabilirler. Haydi kızlar kolyelerimizi takıp buram buram karanfil kokma zamanı.

17 Kasım 2007 Cumartesi

"Lütfen Okuyun- Çok Kızgınım"

Bu aralar bloguma çok zaman ayıramıyorum. Zaman buldukça arkadaşlarımı ziyaret edip bir merhaba yazıyorum ve ses vermek adınada 3-4 günde de bişeyler karalıyorum. Bu arada bloglarda olaylar oluyor, birileri birilerine sataşıyor bir diğeri sahte resimlerle insan keklediğini sanıyor, aynı kişi başka blog açıp kızdığı adamlardan intikam almaya çalışıyor falan filan. Elimden geldiğince bu üçkağıtlardan uzak durmaya çalışıyorum, çünkü kafam basmıyor kardeşim benim. Ben hala kendim gibi çevremdeki insanlar gibi görüyorum buradaki insanları. Derdim magazin programları gibi kimin eli kimin cebinde, kim kime pandik atmış, kimin reytingi yüksek muhabbetlerinden uzak durmak, kendi halinde yazılar yazıp, samimi arkadaşlar edinip biraz mutlu olmak. Zaten yeterince stresli olan şu hayatımda, yükümü biraz hafifletmek . Bu yüzden bu yazıyı yazıyorum ve bu yüzden kızgınım. Ama bazı olaylardan dolayı bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım ve buradan sesleniyorum ilgililere.
*Burası benim dünyam, burada sadece benim kurallarım geçerli. *Kimse bana ne yapacağımı, kimi sevip kimi sevmeyeceğimi söyleyemez. *Kimse beni ego tatmini için kullanamaz. *Kimse beni bak senin arkadaşın gel oku, sen yanlış yoldasın ben sana doğru yolu göstereyim anlamında emirler yağdıramaz, *Kimse bana önce dostça yaklaşıp, aa bravo ne güzel, adına sevindim tarzında yorum bırakıp ben de karşılık verince, ayy sazanım düştü bak benim niyetim aslında sana şu linki verip amacıma yaklaşmaktı diye düşünerek beni tuzağa düşüremez.

Diyelim ki bütün bunlar oldu, o zaman ben ne yaparım, bütün insani duygularımı bir kenara bırakıp, tırnaklarımı çıkarırım arkadaşlar. Bütün bunları niyemi yazıyorum. Aslında çok da uzak olmadığınız bir konu. Günler önce hepimizin blogunu ziyaret ederek Eda Suner hakkında yazdığı yazıları okumaya davet eden bir arkadaş vardı. Açıkçası o zamanda çok şaşırmış, öfkelenmiş ama herhangi bir tepki vermemiştim. Neden çünkü kişi kendini bilir. Benim Eda hakkında düşüncelerimi bilen bilir. Herkesten önce ben bilirim. Blogumu açtığımda bana ilk yorumu yaptığında yaşadığım sevinci bugün gibi hatılıyorum. Yardımlarını, sadece ben istedim diye hastası varken bile bana başlık resmi hazırlayışını ve daha neler. Bunları kimseye anlatmak zorunda değilim. Çünkü ben kimseye şu adam kaka uzak dur, ya da şu çok iyi git ona sokul diye emirler vermem ki kimsede bana vermesin. Derdim o kişinin Eda hakkında yazılar yazması değil. Zaten Eda o kişiye cevap verecek birikime sahip. Ve arkadaşlarının başkalarının sözleriyle düşüncelerinin değişmeyeceğini bilir. Asıl konu şu. Dün yoğun iş temposunun arasında siteye girdim ve kısacık zamanda arkadaşlarımın yorumlarına cevap vereyim dedim. Tabi bu arada yeni arakadaşları unutmamak adına gördüğüm sitelerin linklerini ekleyip sonrasında iyice okuduğum için yeni arkadaşları da linkime ekledim. Fakat akşam eve gittiğimde bana yorum yazan benim de karşılığında yorum yazdığım hatta birde linklerime eklediğim bir kişinin şu Eda'ya savaş açan, herkesi de bu savaşa dahil etmeye çalışan kişi olduğunu anlayınca beynimden vuruldum. Ne yapacağımı şaşırdım. Kendimi nasıl aptal ve çaresiz hissettim. Ya ben nasıl bu kadar unutkan olabilirim ,nasıl bu kadar aptal olabilirim nasıl bu kadar saf ve iyi niyetli düşünebilirim. Kendime kızdıkça o kişiye kızgınlığım arttı. Ya arkadaşım sen bilmezmisin ki saygı görmek için saygı göstermen gerek. Farzetki ben seni unutmadım, senin o kişi olduğunu bilmiyorum. Bence sen şunu düşünmeliydin, ben bu kızın arkadaşı hakkında o kadar yorum yazdım ama bu insan benim yorumuma karşılık verdi demekki bu olayın içinde bulunmak istemiyor. Ben de onun bana gösterdiği saygıyı göstereyim ve bu olaya karıştırmayayım. Bırakayım bu kız edi yi sevmeye devam etsin diye düşünseydiniz size karşı bu kadar kızgın olmazdım. Ama dürüst olayım farkettiğim anda yine ilişkimi keserdim orası ayrı.
Neyse çok uzatmak istemiyorum. Yeldeğirmenlerine karşı kim olduğunuzu bilmiyorum. Size sesleniyorum yorumunuza karşılık vermemin sebebi tamamen iş yoğunluğuyla, kim olduğunuzu hatırlayamamaktı. Ortada olmak karışmamak size aptal olduğumu hissettirdiyse buradan söyleyeyim değilim. Tarafımı belli ediyorum Edi benim arkadaşım ve ona yöneltiğiniz eleştirilerin reklamını bu sayfada yapamanıza izin vermiyorum. Benim boş anımdan faydalandığınız hatta iyi niyetimi kullandığınız için de size saygı duymuyorum.
Bu yazı altında tekrar etmek istiyorum bu siteye kötü niyet taşıyan, beni sinirlendirecek, beni üzecek insanların yazı yazmasını istemiyorum. Eğer bu kadar anlatmadan sonrada bu tarz yaklaşımlarda olan kişiler olacak olursa bu kadar kibar olmayacağımı bildirmek istiyorum.
Sitemde yerldeğirmenlerine karşı adlı sitenin sahibine yazdığım yorumu ve linkini gören arkadaşlarım, sadece iş yoğunluğundan dolayı yaşadığım dar vakit ve unutkanlıktır sebebi. Tekrar böyle bir yazı yazmama ümidiyle..

14 Kasım 2007 Çarşamba

"Yine Yeniden"

Ara uzun mu oldu yine, yok canım çok değil:) işte geldim burdayım. Size bir iyi birde kötü haberim var.Önce kötüden başlayayım. Burada bahsettiğim hercai menekşelerim vardı ya,0 hani binbir emekle ektiğim, onlar sizlere ömür. Çok üzüldüm içerledim ki alışkın olmadığım bir olay çiçek kaybetmek. Ama elimden de birşey gelmedi. Gözümün önünde kuruyup gittiler:( Neyse gelelim iyi habere yukarıda gördüğünüz yavrucuklar gidenlerin yerine geldi. Üzüldüm ama yılmadım. Gittim bir tane daha ekleyip dört tane hercai aldım. Bu kez toprağı daha yumuşak yaptım. Toprağın içine şu beyaz eşyalarn içinden çıkan köpüklerden ufaladım(toprağın hava alması için) Saksının deliklerini genişlettim ve kırmızı toprağa hazır toprak ekledim. Yani yaşamaları için başlangıçta elimden geleni yaptım. Gerisi şansımıza. Şans dileyin canlarım.

11 Kasım 2007 Pazar

"Karışık Dolma"



Bu aralar mutfakta zaman geçiriyorum. neden mi? Durmadan canım bişeyler yemek istiyor. Öyle basit ve atıştırmalık şeylerde değil canımın istediği. Ne bileyim kızarmış yumurta iste makarna iste (canıma diyorum) hayır efendim olmaz:) sarma,dolma ya da fırında patlıcan tava gibi zahmet ve zaman isteyen yemekler çekiyor canım. Ya ben hamileliğimi düşünemiyorum bile. Herneyse konuya geleyim ben dağılmadan:) Cuma günü yoğun geçen iş gününde bütün gün eve gidip dinlenmeyi hayal ederken saat 6,00 civarında kendimi sarma sararken buldum:) Nerden çıktı diyebilirsiniz evet söyleyin ama cevap basit"canım çekti". Süreci anlatayım hemen. Saat 6,00 gibi evin kapısından içeri girilir harap ve bitap şekilde. Üzerimizi değiştirirken aklımızda ne yesek sorusu vardır. Makarna, tavuk falan fistan derken dolaptaki sebzeler akla gelir ve ışık yanar dolma yapılacaktır. De git kardeşim bu saatte bu yorgunlukla dolmamı yapılır yahu. Ama canım çekti benim. Peki o zaman başlayalım yemeği yapmaya:)

Malzemeler
10 adet patlıcan
2 adet kabak
2 adet kırmızı biber
bir deste yaprak
Bir su bardağı pirinç
Kıyma
Haşlanmış nohut
salça sıvıyağ
3 orta boy domates
Tuz karabiber

Yapılışı.
Pirinç yıkanıp suyu süzülür. Salça,tuz,karabiber ve kıyma pirince eklenir. Sıcak suda yumuşatlmış yapraklar bu içle sarlır. Yapraklar sarıldıktan sonra içe domates ve nohut eklenir. Patlıcan,kabak ve biberin de içi doldurulur. Yaprak ve patlıcanlar ayrı tencelere dizilir ve üstlerine ağırlık koyularak su eklenir. Kaynadıktan sonra tencereye birkaç adet limon tuzu eklenir. Afiyet olsun.

9 Kasım 2007 Cuma

"Atilla ilhan"

Herşey 2002'nin doğumgününde bana hediye gelen kitapla başladı. Janjanlı kağıt içinde Atilla İlhan -Ben Sana Mecburum kitabını hediye etti çok sevdiğim arkadaşım. O kitapla başladım Atilla İlhan şiirlerine. Ama zamanla şiir dışındaki kitaplarınıda severek okudum. Şimdi O'nu anıyoruz burada,kendi kaleminden dökülen mısralarla. Aşağıda hayatını ve şiirlerini bulacaksınız.Daha fazlası için burdan faydalanabilirsiniz.


Hayatı

1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Askerliğinden önce ve sonra olmak üzere, üç kez gittiği Paris’te altı yıl kaldı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Belli başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Atilla İlhan Ekim 2005'te son yolculuğuna uğurlandı.


KİMİ SEVSEM SENSİN

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet

sarışın başladığım esmer bitiyor

anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli

dudakları keskin kırmızı jilet

bir belaya çattık / nasıl bitirmeli

gitar kımıldadı mı zaman deliniyor

kimi sevsem sensin / hayret

kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret

hepsini senin adınla çağırıyorum

arkamdan şımarık gülüşüyorlar

getirdikleri yağmur / sende unuttuğum

hani o sımsıcak iri çekirdekli

senin gibi vahşi öpüşüyorlar

kimi sevsem sensin / hayret

in misin cin misin anlamıyorum


Ve Can Dündar o kadar güzel , o kadar hüzünlü anlatmşki O'nun son yolculuğunda hissettiklerini eklemeden edemedim.

Can Dündar

Ayrılık da sevdaya dahil

Dilek aradı sabah, arabadaydım.
Titrek sesinde "Nasıl olur" isyanıyla "Attilâ İlhan ölmüş" dedi.
Onun has şairiydi.
Tenhalaştıkça meydanlar, dostlar seyreldikçe, Bilgi'den eski kitapları çıkarır, vaktiyle "müjganla ağlaşılmış" sayfalardan sisli, duvarlı mısralar seçer, karanlığı dağıtırdı:
"Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan/
Biz, yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet/
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku/
Sanki bir tespih koptu tane tane savrulduk".

* * *

Aradığında, Attilâ İlhan'ı ilk kez gördüğüm Set Kafeterya önlerindeydim.
Şair'in yıllar sonra bana hatırlattığı deyişle "gencecik bir gazeteci"ydim; şapkasız devrinin edebiyat matinelerini kaçırdığına hayıflanan, hayatın içinde şiirin yitip gidişine yanan...
O gün evine gitmiş, resmini çekmiştim.
"Dersaadet'te Sabah Ezanları"nın arka kapağında durur hâlâ o resim:
Şair, bir salon aynasının içindedir; ayna, Şair'in arkasında...
"Korkacak bir şey yok, hesap tamam" olunca "kendimi hazırladım", duygudaşlarımı aradım.
Çok uzak "sokaklarda mızıka çalan" bir mülteci, "Hoş geldin" diye ona şapka çıkardı:
"Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/
Hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı/
Gittiler, akşam olmadan ortalık karardı".

* * *

Pia gibiydi.
Ben bir şehre geldiğim vakit, o başka bir şehre gitmiş olurdu.
Set Kafeterya'dan Tuna Pastanesi'ne taşınmış, en son Taksim'e Marmara Cafe'nin bir köşesine yerleşmişti.
Her geçişte görür; her daim orada oturacak sanırdım.
Taşındı dün, son kez:
Marmara'nın bir köşesinden, yüreğimizin baş köşesine...
Bir Zuhal Olcay şarkısı saçımızı okşadı, teselli niyetine:
"Çünkü ayrılık da sevdaya dahil /
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili"...

* * *

Son görüşüm Sertellerin törenindeydi.
Tan baskınını dinlemiştim ondan...
"Bizim nesil, o baskını hiçbir zaman unutmadı" demişti:
"Biz, 40'ların karanlığından geldik":
"Ne haydut bir akşamdı / ne kadar da karanlık /
Kilitlenmişti ellerimiz görünmez kelepçelerle".

* * *

O akşam, -yine başında kaptan kasketi, boynunda atkı, eli yüzü şiir-, birkaç iltifat cümlesinden sonra çeneme müşfik bir yumruk kondurdu:
"Kalabalıkları yakalamayı biliyorsun, ama bazı şeyleri söyleyebilecekken, söylemiyorsun" diye dokundurdu.
Serzeniş soslu bir vasiyet gibiydi.
Kızardı, adını tek "T" ve iki "L" ile yazanlara, Gazi'ye tavır alanlara, Batı'dan medet umanlara, Türkçeyi arılaştırıp boğanlara...
Ama yumuşacık kızardı, hiddetini zarif kadifelere sarardı.
"Gidiverdi, akşam olmadan ortalık karardı".

* * *

Gece trenlerinde kayboldu "yeşil fularlı çocuk"...
Biz, "kesik bir kol gibi yalnız", ardından bakakaldık.
O mahur beste çaldı, müjganla doyasıya ağlaştık.
Masum bir oğlanı uyuttuk, elde kalan hüzün şiirleriyle; korkmasın diye karanlığı dağıttık.
Zincirleme rubailerini okuduk, fatiha niyetine...
Sabah, Dersaadet'te ezanlar onun için çınladı.
Yanağımda, aynanın içindeki adamın yumruğunun hemen yanında, mısralarından süzülen ince bir su yolu kaldı.

8 Kasım 2007 Perşembe

"Takılı Kaldım"

Beni okuyan arkadaşlar bilirler ,bilmeyenlerde burdan öğrenebilirler,ben bazen bir şarkıya takılırım ve çevirir çevirir dinlerim. Ve baktım kurtulamıyorum hemen buraya yazarım ve görürüm ne kadar çok takılan varmış. Bugünlerde Sezen'imin Tedbil-i Mekan şarkısında takılıyım arkadaşlar. Ruhumu çiziyor kardeşim sözleri ,yazılır da böylemi yazılır. Diyecek çok şey yok, Takılmak isteyenler peşimden gelsin. Takılmak istemeyenler de aşağıdaki sözleri okuyup tekrar düşünsün. Son olarak seviyorum seni Sezen'im Aksu'm.

(Takılı kelimesi ne kadar çok kullanılır onun denemesini yapmadım valla.Kendiliğinden oldu)

...........................................

Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi
Valizimde taşıyorum keşkelerimi bilelerimi
Havalanmıyor, oyalanmıyor ruhum ne çare
Üstüne hasretle dolduruyorum filelerimi
Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor
Kelimelere itimadım kalmadı işim çok zor
İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi
Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor
Tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında
Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında
Soranlara "eh işte idare ediyormuş" dersin
İyi niyetli değilseler üstü kapalı geçersin
Dilersen ara beni ya da yaz bana arada bir iki satır
Ya da yazma ne bileyim hani yani tutarsa tersin

7 Kasım 2007 Çarşamba

4 Kasım 2007 Pazar

"Zeytinyağlı Pırasa"


Uzun zamandır mutfağa uğramıyorum farkındayım. Ama bu aç kaldığımız evimizde yemek pişmiyor anlamına gelmiyor:)) Yahu şöyle değişik bir şeyler pişiremiyorum ki sizlerle paylaşayım. Ama bugün mevsimin ilk pırasasını pişirdim. Şundan iki sene önce biri bana pırasa pişireceksin dese, hatta üstüne pişirdiğin pırasadan yiyeceksin dese hadi ordan be der geçerdim herhalde. Ama bakın şimdi hem pişiriyorum hem de yiyiyorum. Bir de yanına şöyle bol ekşili ve pul biberli turp ve yeşillik olunca iki tabak bile yiyorum:) Sanırım faydalarını okuyunca daha bir iştah geldi. Pırasayı pişirince dedim bizim mutfaktan bir ses vereyim bizimkilere. Ben ses verdim, hatta üstüne tarif verdim. Gerisi size kalmış.

Malzemeler:
500 gr pırasa
3 Havuç
Bir fincan dolusu pirinç
Bir çay ardağı haşlanmış nohut
Sıvıyağ,salça,tuz

Yapılışı:
Pırasaların dış kabuklarını soyun,havuçların dışını sıyırın, halka halka doğrayıp bol suda yıkayın. Diğer yandan sıvıyağı kızdırıp bir kaşık salçayı yağda kavurun. Yağa yıkayıp suyunu süzdüğünüz pırasayı ve havucu ekleyin. Yağda pıraslar yumuşayana kadar kavurun ve üerini geçecek kadar su ekleyin. İyice yumuşayan pırasalara tuzu,pirinci ve nohutu ekleyin. Pirinç şişmeye başlayınca ateşten alın. Afiyet olsun.

"Saçlarımın Kızılı"


Saçlarımın rengini değiştirdiğimi söylemişmiydim yahu:) Saçlarıma lise yıllarından beri yapmadığım eziyet kalmadı. Her canı sıkılıdğında saçlarıyla oynayanlardanım bende. Bu kezde mavi siyah boyattığım saçlarımdan sıkıldım ve kızıl saç istedim. Tabi bu isteğe kuaför çok sıcak bakmadı. Saçlarıma çok eziyet ediyormuşum küseceklermiş:) Ne yapayım kardeşim sıkılıyorum aaaa. Yalnız işlem yaklaşık bir dört saat sürdü. Artık bundan hemen sıkılacağımı sanmam. Yok saçı açtık , yok boyadık, yetmedi yıkadık, fönledik. Allah'ım söz yapmıcam bir daha demedim desem yalan söylerim arkadaşlar. Ama sonuçtan memnun kaldım. Artık yukarıda da gördüğünüz gibi kırmızı kafalı kızım:) Siz de beğendiniz mi?

"Kırkkaşık Taş Han"


Bir şehirde yaşıyorsunuz hatta bu yaşadığınız yer avuç içi kadar oluyor ama siz o şehirde olan bir yeri bilmiyorsunuz, . Çok ilginç değil mi?:))) Tarsus küçük yer belki ama tarihi yönden gerçekten önemli eserlere sahip. Ee bende buraları yani Tarsus'u arkadaşlarıma tanıtayım dedim ,dedim ama benim haberim olmayan yerler varmış kardeşim:) Kırkkaşık taş han adını şu an hatırlamadığm bir diziye mekan olmuştu. Dizi tamamlandıktandan sonrada restore edilmiş. Dükkanlar kiralanmış ve çeşit çeşit eşyalarla bezenmiş. Renk renk takılar, el işleri örtüler kıyafetler ve çay evleri. Dükkanları gezdik,kendimize tokalar aldık ve oturduk çayımızı içtik. Dükkan sahibi bayanla hanın ne zaman faaliyete başladığından bahsederken, yaklaşık bir senedir faaliyette olduğunu ama bizim gibi birçok kişinin habersiz olduğunu öğrendik. Reklamlarını yapılmadığından bahsedince benim sevgili ablacığım ordan atılıverdi :" Sen sitende bahsetsene" tam cevap verecekken bayan ordan "ayyy çok iyi olur, hem daha çok kişinin bilgisi olur hem reklamımız olur" dedi. Tabi kadına bir saat olayı anlatmak yerine olur deyip çıktım. Yahu ben gazetede gezi köşesi mi yazıyorum da sizi tanıtayım hanımefendi diyemedim:) Altı üstü otuz -kırk kişilik bir blog yazarıyım. Ayrıca şurda beni okuyan kaç kişi Tarsus'a gelecekte sizi bulacak. Ben geldim, gördüm,beğendim yetmez mi? Yinede demeden geçmeyeyim olur ya -olmaz da laf öyle geliyor:) - Tarsus'a gelirseniz kırkkaşık taş hana uğrayın. Güzel bir sohbet, mis kokulu bir bardak çay ve çeşit çeşit dükkanlar sizi bekliyor olacak.

"Resim Sergisi"


Arkadaşlarımızla gittiğimiz nadir mekanlardan biri Kültür Merkezimizin içinde olan cafedir. Geçen haftasonu gittiğimizde resim sergisinin olduğunu gördüm ve hemen içeriye girdim. Fotoğraf çekmek içinde izin istedim, sergi sahibi Adnan Olgun çok sıcak karşıladı. Kendisi yağlı boya çalışmalar yapmış. İstanbul resimleri ve bizler için Tarsus resimleri. Yukarıdaki resimde Tarsus şelalesini görebilirsiniz. Uzun zamandır sergi gezmediğim için iyi geldi. Bir İstanbul aşığı olarak, İstanbul resimlerini görmek hepsinden iyi geldi:)) Kendisini tebrik edip sergiden ayrıldık. Tabi niye bizim böyle yeteneklerimiz yok diye kafa şişirmekten geri kalmadım:) Ablamın vardı aslında resime yeteneği ama o da üzerine çok düşmedi. Ama bende yetenek falan yok valla çöp adam zor çizerim:)) Ama çok güzel sergi gezerim yetmez mi? Sergiden aktaracaklarım bu kadar. Çok güzeldi,hep olsun hep gideyim. Adnan Bey'e de başarılar dileyeyim.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails