Yağmur yağıyordu, anki gökyüzü yağmurla yeryüzüne iniyordu. Islanmıştım,ama ne fark eder ki sana geliyorum değmez mi? İlk kez sen beni çağırmıştın her zamanki çay bahçesine. Bir aydır çektiğim sıkıntılar boşa çıkmıştı işte. Hareketlerinden beni artık eski kadar sevmediğini düşünmüş,günleri zehir gibi içmiştim. İşte çağırdın ya,beni bitti hepsi..
İşte oradasın, nefes almaya başladım yine. Yaşam, senin adın. Ben sen varken yaşıyorum sadece. Öyle olmasa sensizken de nefes alırım, sensizde dolaşır damarlarımda kanım.
Kafanı cama çevirmiş yağmuru izlerken öyle umarsız, gözlerini kırpıyorsun ya, her bir kirpik ok, ciğerime saplanıyor, sen bilmiyorsun. Usulca yaklaşıp omzuna dokundum, kafanı çevirdin, gözlerin ah o gözlerin, her bakış kurşun delip geçiyor yüreğimi, sen görmüyorsun.
Oturdum karşına, ellerini aradı gözlerim. Ellerin olmazsa ısınamaz ki buz tutmuş bedenim. Yok ellerin, saklanmış gibi. Ya gözlerin gözlerin neden masadaki nesnelerde geziyor. Ben buradayım karşında baksana bana, tutsana ellerimi. Titredi vücudum, kemiklerim sızladı, g özlerim renklerini kaybetti. Defalarca çınladı beynimde “bir şey var”.
“Konuş, anlat neler oluyor. At sırtındaki yükü, ezilme altında, kıyamam”
“Olmuyor. Bitsin. Ayrılalım” dedin. Bir silah gibi dayadın kelimeleri şakağıma. Ahhh çek tetiği, canım çok acıyor. Susuyorum, beynimin duvarına çarpıp paramparça oluyor kelimelerim. Ruhuma saplanıyor her bir parçası. Ruhumun derinliklerinde, en ücrasında yüreğimin, çınlıyor kelimeler. Yapma, yapamazsın. Sen benim elim ayağım, sen benim aldığım nefes. Sensiz nasıl yaşanır bilmiyorum ki ben. Gidemezsin, böyle bitiremezsin. Bu ömür sana harcanmışken, üstüme basıp geçemezsin. Ahhh beynimin duvarları yıkılın, yıkılın ki parçalanmasın kelimelerim, akıp gitsin ses olsun yare. Duvarlar, duvarlar yıkılın ki konuşayım.
Sustum. Sonra kaldırmadan başımı:
“Mutsuzluğumdan doğacaksa senin mutluluğun, razıyım tüm doğum sancılarına. Mutluluğum yoluna feda”
Kalktım. Geleceğimi, geçmişimi, ruhumu, yüreğimi yaktım ayaklarının ucunda. Sen görmedin…