30 Aralık 2007 Pazar

"Hoşgedin 2008"

Koskoca bir yıl daha geçti. Ne zaman farkına vardım zamanın bu kadar hızlı geçtiğine bilmiyorum. Ama bu yılın da çok hızlı geçtiğini biliyorum. Ailemde hayatımda acı kayıplarım ve kötü anılarım olmadı şükürler olsun. Bu yıl iyi geçti diyebilirim yani. Bu yıl içinde çok fazla bir şey istemiyorum. Sevdiklerimin yanımda olacağı, sağlıklı ve huzurlu bir yıl diliyorum. sadece kendim için değil canım hepimiz için. Bu yıl dışarıda kutlamaya karar verdik. Olan biteni en kısa zamanda anlatırım.
Hepinizin yeni yılını kutluyorum ve yeni yılın yüreğinizden geçen herşeyi ama herşeyi kapınıza getirmesini diliyorum. Ve tabiki hep birlikte olmayı. Hepinizi öpüyorum ve can dündar yazısıyla başbaşa bırakıyorum. Buda benim sizlere yeni yıl hediyem:) İyi düşünün bakalım:))





İYİ DÜŞÜNÜN.

Bu yıIınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine..... Acele edin....
Er veya geç... Çimenler yayılacak üzerinize...
Can Dündar

29 Aralık 2007 Cumartesi

"Muhteşem Kaldırımlar"

Arkadaşlar fazla söze gerek var mı bilmiyorum. Allahım yeteneği bol bol vermiş bazı insanlara:) Kağıtlar yetmemiş de dağa taşa çizmiş resmi. Bende de böyle yetenek olsa herşeyin üzerine resim yapardım valla yalan yok:) Ama bu arkadaş çok iyi gerçekten. Tablo gibi kaldırımlar yapmış. Çizimden midir yok sa fotoğraftan mı üç boyutlu gibi resimler ve gerçek gibiler. Ben gördüm beğendim ve hatta istiyorum yahu:) Ne var çok şey mi istiyorum:) Şu ilk baştaki bebeğin oturduğu yerde oturup fotoğraf çektireyim bari:)))) Oda mı olmaz? Olmazsa olmasın ben orada fotoğraf çekilmek istiyorum:)) Ya siz, sizin fon hangisi olsun:
(canımgrubum.com'dan)

26 Aralık 2007 Çarşamba

"Takılı Kaldım"


Evet resimden de anlayacağınız gibi bu kez farklı bir tarzda takılıyım. Hep duygusal müziklerde takılacak halimiz yok ya. Zaten almış başını gidiyor miskinliğimiz. Ben üzerime düşeni yapayım canlarım. Kalkın bakalım yüzünüze şöyle buz gibi bir su tutun. Sonracığıma püsküllü, zilli ya da ses çıkaracak ne varsa bağlayın belinize. Varsa ellerinize iki adet zil alın döktüreceğiz kızlar. Eteğimizdeki taşlar, içimizdeki kurtlar ne varsa dökülecek haydi yallah. Hay lili lili l ili li lili. Allahhhh yandan yandan, çatlasın düşmanlar.

Kızlar valla yazarken oynadım yahu:) Fatih Ürek kardeşimizin şu meşhur hade hade hadeeee parçasını bilmeyen yok sanırım. Bir dönem hareketli müziğinden dolayı bende dinledim ama ne yalan söyleyeyim öyle içimi kıpırdatmadı. Ya da bunun gibi içimdeki kurtları oynatmadı. Bu parçanın orijinal haliymiş. Giorgos kardeşimiz hem coşmuş hem de coşturmuş. Bu parçayı keşfettim keşfedeli evde, işte dinler oldum. Ama işyerinde yalnız dinlemeye özen gösteriyorum ki parça başlar başlamaz bende omuz başları oynuyor, kafa sağa sola gidip geliyor. Evdeyken problem yok. Parça başladığı vakit allahhhh ben elimdeki işi bırakıp başlıyorum oynamaya. Ama işte mümkün değil ki bu durum. İçimden geçmiyor değil şöyle kalkıp bilgisayarın başından ofisin ortasına geçip eller havaya yaparaktan göbecikler atmak. Hali vaziyeti gözünüzde canlandırın arkadaşlar:) Bir de bu vaziyetteyken içeriye giren patron ya da elemanın yüz ifadesini de canlandırın olur mu?:)

Tamam konuyu dağıtmak yok. Şimdi benim belimde bol püsküllü bir şal var. Sizlerde geçin şöyle karşıma ve basın play düğmesine( evde yalnız olduğunuzdan emin olun). Attırıverin göbecikleri. Hay maşallah. Hay lili li liiiii duke duke dukeeeeeeee( ne demekse)

Hoşçakalın ve öpüldünüz


25 Aralık 2007 Salı

BAYRAMDÖNÜŞÜ

Bir bayramı da hayırlısıyla geçirdik kazasız belasız. Üzerimizdeki tatil sersemliği henüz geçmiş değil sayfalardan belli:) Şöyle bir silkelenmek gerek farkında herkes sanırım ama elden gelmiyor:) Bayram da bırak dinlemeyi sanki daha da yoruldum ben. Var mı aranızda aynı durumda olan. Varsa ses versin lütfen:) Hal böyle olunca haftanın ilk günü akşam sekizden uyuvermişim ben. Halbuki nasıl özledim her birinizi. Şöyle bir göz attım herkese merak etmeyin. Sabah sabah aldım güzel haberimi de:) Sevgili kakaolu yepisyeni bir hamiş olarak dönmüş bayramdan:) Çok sevindim valla. Duymayanlara da ben duyurmuş olayım. Bak yine karguş burguş yazı yazıyorum. Bir ordan bir ordan alıyorum cümleleri. Arkadaşlar inanın atamadım üzerimden semeliği:)Alttan alın azıcık ne olur ki? Tamam şimdi bayramımızı kısa özet şeklinde geçivereyim sizlere.

Arife günü saat iki2ye kadar işyerindeydim. İşten çıkar çıkmaz eve koşup göstermelik bir bayram temizliği yaptım:) Akşam ablam geldi. Ben yine coştum ve harika bir sofra hazırladım. Hepimiz yorgun olunca bir de üzerine o kadar yemek yiyince üzüm tanesi gibi döküldük her bir yana:) Herkes bir yatağa attı kendini ve atış o atış uyuverdi.

Sabah saat yedi gibi kalkıp güzel bir kahvaltı yaptık ve kurbanımızı kesmeye gittik. Koyunumuzu aldığımız yerde kesim yapıldığı için herkes sıraya girmişti. Orda o koyunların halini görünce sevap mı kazanıyoruz yoksa günah mı işliyoruz diye düşünmeden edemedim. Ben bakamadım zaten hiç birine. Vicdanım sızlamadı desem yalan söylemiş olurum. Neyse Allah kabul etsin herkesin kurbanını. Kesim işi bittikten sonra direk annemlere geçtik. Dağıtma işlemini de bitirdikten sonra üzerimizi giyinip kayınvalidemlerden başlamak üzere bayramlaşma faslına geçtik.

İkinci gün akşamı teyzem kadar sevdiğim komşumuzun oğlunun düğününe katıldık. Bol bol oynayıp kurtlarımızı döktük.

Üçüncü gün sabah tıpış tıpış işyerine geldim ve öğlene kadar çalıştım. Eşim de çalıştığı için fazla zorlanmadım. İşyerinden de direk annemlere geçtim ve akşama kadar orada kaldım. Akşam Erkuş2un arkadaşına yemeğe gideceğimiz için eve geçip hazırlık yaptım. Mevsim salatası, ezme ve yoğurtlu kırmızıbiber hazırladım. Resimleri çekemedim çünkü zaman çok kısıtlıydıJ Başka zamana artık. Erkuş’un arkadaşı karısından daha becerikli. Harika yemekler yapıyor. Hal böyle olunca bize hiçbir şey elletmedi. Hoş zaten eşi bir şeyi elleme taraftarı değildiJ Dedikodu yapmayayım şimdi şurada ama bu kadar olmaz yani. Bu cümleden anlayın artık. Neyse etler için harika bir sos hazırladı ve etler mükemmel oldu. Mutlaka deneyin. Sarımsak, biber salçası, kimyon, karabiber, kekik ve acı biberi havanda iyice ezdi. Üzerine süt ekledi ve etleri bu sosta bekletti. En az yarım saat olmalıymış ama ne kadar uzun beklerse o kadar iyi olurmuş. Erkuş ve arkadaşı birde yemeğin yanında iki kadeh bir şeyler içelim deyince iş değişti ve orada kaldık.

Sabahta kahvaltıdan sonra Adana’ya gezmeye gittik. Alışveriş merkezlerini gezdik. Her yer ışıl ışıl o kadar güzeldi ki bayıldım. Akşam da beraber yemek yiyip evlerimize dağıldık.

Şimdi özetten de anlayacağınız gibi buna tatil denir mi? Ben çalışırken hiç bu kadar gezmiyorum ki:) İşten evime gidiyorum. Şaka bir yana her günümüz böyle koşuşturma ve bayram tadında geçer inşallah. Nice nice bayramlar görürüz sevdiklerimizle birlikte. Özet dedim ama yine abarttım sanırım. Tamam durdurdum kendimi. Hoşçakalın ve öpüldünüz.

22 Aralık 2007 Cumartesi

17 Aralık 2007 Pazartesi

"Ben Geldim"


Hastalıktan harap ve bitap düşmüş biri olarak yeniden karşınızdayım. Tamam çok hoş görünmüyor olabilirim -kırmızı bir burun, kırmızı iki göz, çatlak dudaklar-ama geldim ya siz ona bakın. Bir kez daha anladım ki şu grip illeti yapıştı mı insanın yakasına, düşürene aşk olsun-ay hep olsun aşk, ben bu kelimeyi çok severim- Hal böyle olunca sıcacık bir yatak ve uyku bürüyor insanın gözünüJ Neylersin ki şu bayram ağzı bana git deseler gidemem çünkü iş almış başını gidiyor. Daha çok çalışmalı ve her şeyi iyi organize etmeliyim ki bayramda buyurun gelin denmesinJ Zaten gözümü dikmişim 4 günlük bayram tatiline gazlayıp duruyorum kendimiJ

Neyse işten güçten bahsetmeyeyim şimdi, görüşmeyeli neler yaptım anlatayım. Biliyorsunuz Çarşamba günü doğum günümdü ve hastalığımın ilk günüJ Sabah sabah baş ağrısı, hapşırık ve öksürükle uğraşırken kapım çaldı ve elinde bir buket çiçekle içeriye adamın biri girdiJ E tabi ben şaşırdım kaldım. Şaşkınlık geçince adamdan çiçeği alıp teşekkürle gönderdim. Ama tahmin edemiyorum tabi kim diyeJ Kartı bir açtım bizim romantik aşık biricik kocamJ Hiç yapmadığından değil şaşırmam, sevmez öyle işyerine çiçek yollamayı falan. Eve gittiğimde bulurum hep çiçeğimi. İşyerine göndermek benim işimdir. Utanacağını bile bile çelenk büyüklüğünde buketler göndermişimdir hepJ Sanırım o da bu kez de ben onu utandırayım dedi ve yolladı. Evet biz öyle orta yerde çiçekler gönderen bundan keyif alan bir aile değiliz ne yapalım. Evimizde sadece kendimizin gördüğü sürprizlerle ve güzelliklerle daha mutlu oluyoruz. Bunu da niye söyledim hemen anlatayım. Annemlerin mahallesinde bir aile var. Öyle eşlerinin aldıkları iğneyi bile süsleye süsleye anlatan bunu dünyada sadece kendi eşleri yaparmış gibi gösteren insanlar var ve biz onlardan gıcık kapıyoruz. E hal böyleyken kocamda bana çiçek yollamış diye ortalarda gerinmenin manası yok değil mi? Neyse çiçek benim keyfimi yerine getirmeyi başardı ama ne yalan söyleyeyim. Hal böyle olunca doğum gününü duymayan kalmadı işyerinde. Akşamda arkadaşlar pasta almışlar ve küçük çapta bir doğum günü kutlaması yaptılar. Eve gidince gündüz ayakta durmak için harcadığım enerjim tamamen bitti ve ben kendimi yatağa atıverdim. Ama eşimin harika sofrası ile yeniden hayat buldumJ Yemek yendi hediyeler alındı ve bol bol şımarıklık yapıldı. Sonrasında hemencecik ilaç alınıp uyunduJ

Cumartesi günüde annem ablamla yemeğe çıktık. Güzelce yemekler yenildi, hediyeler alındıJ Çıkışta anneciğime gittik. Erkuş ablamı da kandırıp bir rakı sofrası kurdu. Ablamla ikisi içkilerini içerken biz de annemle kestaneli yaş pastamızı yedik. Tabi bu arada yanan odun sobasının sıcaklığını söylemeden geçemeyeceğim. Anneciğim ısrarla klimayı kullanmamaktan yana. Makine duvarda asılı değilmiş gibi davranıyorJ Buna en çokta ben seviniyorumJ Neyse sobanın sıcaklığıyla uyuyup kalmışım ben erkenden. Sabah erkenden kalkıp, Erkuş’la kahvaltılık almaya gittik. Sıcacık pidelerle birlikte eve geldiğimizde bizimkiler kahvaltıyı hazırlamışlardı bile. Deli gibi yemek yedikten sonra kahvelerimizi de içtik ve Erkuş’umla gitmek için hazırlandık Malum bayram alışverişi yapılacak, kurbanlık bakılacak.

Önce kurbanlık işini hallettik. Birkaç yer gezdikten sonra malum kokudan benim içim dışıma çıkmadan bir tane beğenip el sıkıştık. Üzerine sprey kırmızı boyayla adlarımızın baş harflerini yazdırdık. Koyuncuk çok komik oldu ama ne yaparsın işte. Kurbanlığımızı da hallettikten sonra Erkuş’uma bayramlık almaya çıktık. Aslında çok komik oluyor bu yaştaki adamların bayramlık almaya çıkması ama ne yaparsın annemin suçuJ Bizi böyle alıştırdı her bayram yeni bir şey mutlaka alınırdı. Ben de bu geleneği devam ettiriyorum tek fark Erkuş’u da bu işe katarak. Uzun zamandır almak istediğim kıyafetleri kendisine gösterdim tarzı kendi de beğenice rengi seçti ve denedi tam da benim düşündüğüm gibi harika oldu yakışıklı kocam. Ben daha önceden yaptığım için alışverişimi yani bayramlıklarımı aldığım için canımın işini bitirip bir de yemeğimizi yiyip özlediğimiz evimize geldikJ

Önce çiçeklerim sulandı, sonra ortalık toplandı ve sizlerin güzel yorumlarınıza cevaplar yazılıp sıcacık yatakla buluşulduJ Dilim mi şişmiş yoksa arayı mı kapatmaya çalıştım çok anlamadım. Ama yazdıkça yazasım geliyor beni durduracak kimse yok. O yüzden ben kendimi durduruyorum hepinizi öpüyorum ve hoşça kalın diyorum.

14 Aralık 2007 Cuma

"Hastalık Geldi Hanım"

Kapıma hızlı hızlı vuran hastalık beni dinlemedi kapıyı kırdı girdi içeri. Hastalık geldi hanııımmmm diye bağıra bağıra hem de. Dün doğumgünümdü ve ben hastaydım kardeşim. Erkuş'un bütün planları suya düştü ki en çok ona üzüldüm. Yemeği bile eve istedim. Evde yemek yedikten sonra ilaç alıp yattım uyudum. Ama gerçekten kötüydüm yoksa mutlaka planına uyardım. Sanki biri elinde balyoz bütün kemiklerimi kırmak için vurup duruyordu. Bir ara çığlık atasım geldi. Şimdi ayaktayım işe geldim ama birde bana sorun. Artık çalışmak istemiyorum ben yaa. Evimin kadını çocuklarımın anası olmak istiyorum. Hangi çocuk mu? Valla ben de bilmiyorum. Neyse sanırım hastalıktan saçmalıyorum. Canlarım ben hastayım haberiniz ola. Zaten bunu haber vermek için yazdım. Ses soluk çıkmayabilir diye. Beni merak edin, özleyin tamammı?

12 Aralık 2007 Çarşamba

"Yine mi?"


Başlıktan da anlayacağınız gibi yine mi diyeceğiniz bir yazı yazıyorum. Konu mu? Tabiki mutfak:) Aman gözünüzü seveyim öye beceri marifet falan demeyin çünkü ben şu halimden gıcık kapmaya başladım:) İşyerinde gün boyu kurduğum dinlenme, yazı yazma ya da kitap okuma hayallerim evin kapısından girer girmez uçup gidiyor. Ve beynim, ruhum tek bir konuya kitleniyor yemek:) Artık benim bu halim aptallıktan başka birşey değil arkidişler. Bilin bakalım şu sevgili canımız ne istedi. Önce mantı ve devamında çiğ börek. Evet evet yanlış duymadınız biz istedikmi öyle tek çeşitle yetinmeyiz aaa lütfen yani. Ya ben çok yorgunum aslında ayrıca sanki üşüttüm ve hastalık kapıma hızlı hızlı vuruyor ama benim gözüm hala mutfakta. Yorgunluğumamı yanayım, yakında edineceğim kilolara mı yanayım yoksa şu zavallı beynimin yakında yemekten başka birşey için kendini yormayacağına mı yanayım. Sizce hangisi dostlar?

10 Aralık 2007 Pazartesi

"Mutfaktayım"


Koskoca dört gündür ortalarda yokum. Çok uzun geldi yahu. Gelir gelmez kendi sayfamdan önce sizlerin sayfalarına koştum. Sevindim, şaşırdım, mutlu oldum. Her sayfada hissettiği ortak duygu özlemdi. Hepinizi özlemişim yahu:) Niye yazamadım derseniz hafta sonu annamelerde kalıdğmız için bilgisayara oturamadım hiç. Halbuki yazmam anlatmam gereken o kadar çok şey varki. Parayla değil anam sırayla:) Şidilik mutfaktan başlayalım ne dersiniz. Bugün bana ne oldu anlayamadım. Mutfağa bir girdim sapıttım resmen. Sabah giderken kuru fasulye ısladım akşam geldiğimde onu yaparım yeter dedim ama yetmedi:) Güveçte kuru fasulye, tavuklu uyduruk bir yemek ve börek. Biliyorsunuz tek problemimiz benim ölçü nedir bilmemem o yüzden sadece üstünkörü anlatabiliyorum yemeklerin yapılışlarını.
Mesela güvece yağ koydum,sonra göz kararı biber salçasını ve üzerine önceden haşladığım fasulyeyi koydum. Bunlar kavrulunca üzerine et suyu ve haşlanmış ve parçalara ayrılmış eti ekledim. Güvecin ağzını folyo ile kapatıp fırını verdim:)mis gibi fırında kuru fasülye oldu.
E fırını yakmışken hiç börek pişirmeden olurmu. Hadi bakalım dolaptaki yufkayı ve milföy'ü çıkarıp saralım dedik. Onuda attık fırına. Dur canım daha bitermi.
Saklama kabında bekleyen haşlanmış tavuğumuzu öyle sade yiyeceğimiz yok. Şuradaki domatesler de yumuşamış mı ne. Ne yapsak? Hemen tavaya birazcık sıvıyağ koyalım. İçerisine bolca ketçap ve birazcık domates salçası üzerine küçük küçük doğranmış domatesleri atalım. Üzerinede tiftiklediğimiz tavuk parçlarını ekleyelim. Bir adet sarmısak, kimyon ve karabiber. Tamam buda uyduruk bir tavuk yemeği arkadaşlar ama bunun resmi yarın çekilecek:) Erkuş yemekleri görünce bunları kim yiyecek diye sordu ama:) Artık bir iki gün mutfağa girmem sanırım:) Dostlar mutfaktan seslendim bugün sizlere. Kendinize iyi bakın olurmu anacığım.

6 Aralık 2007 Perşembe

"Takılı Kaldım"

Takılı kaldım başlığı altında bir kategori açmak gerekiyor artık. Sıkça takılıp kaldığımdan sanırım bu düşüncem:) Geçen akşam adına Volkan Konak dediğimiz güzelliğe denk geldim televizyonda. Uzun zaman olmuştu dinlemeyeli hem kendisini hemde takıldığım bu şarkıyı. Kendisini dinlemekten çok keyif alırım. Yüzü , gülüşü gelir gözlerimin önüne dinlerken. Sesini dinlerken aynı zamanda kendini seyrediyormuş gibi olurum:) Bundan sanırım aldığım zevk ikiye katlanır. Ayrıca kendisi şarkı söylemekle yetinmez şiir de okur. Şiir sever olarak her önüne gelenin şiir okumasına gıcık olurum ama Volkan abim o kadar güzel okuyor ki kızamıyorum:) Kendisi duruşuyla, sosyal konularda gösterdiği hassasiyetle, yazdıkları ve yorumuyla sanatçı sıfatını başarıyla taşıyor. Bu benim şahsi fikrim tabiki, katılmak zorunda değilsiniz:) Seviyorum seni Volkan abii,saygılar:)
Bu arada sizler için de bir güzellik düşündüm dostlar. Şimdi ben takılıyorum ve bunu sizlerle paylaşıyorum, şarkıyı hatırlatıyor sözlerini yazıyorum. Yani iyice iştahınızı açıyorum değil mi? Sizde belki takılıyorsunuz şarkılara ama elinizin altında olmuyor ve basıyorsunuz küfürü. Ben de dedimki yeter kulaklarımın çınladığı. Şu takıldığım parçaları yazıya iliştirivereyim de dostlar isterse tıklayıp dinlesinler. İyi yapmışmıyım. Bak uğraştım durdum bir müzik eklicem diye hatta blogumun dili değişti sakın iyi yapmamışsın demeyin:) Lütfen yani üzmeyin şu garibanı. Ben sizleri Volkan Konak ile başbaşa bırakıyorum. Söz -müzik Volkan Konak. Hoşçakalın....

FERİĞİM

Sevgilim
Yeşil eriğim benim
Ben içine hapsolmuş çekirdeğinim senin
Hapiste günler ağır geçer diyorlar
Olsun be ben vazgeçtim hürriyetimden
Yeter ki yetim bir çocuk gibi bırakma yüreğimi
Zira sensiz bu can bir yüktür yüreğime
Kaldır öpülesi alnını ve bak bana
Gördün mü gülüm bir tek gözlerim değişmedi yine
Bir tek gözlerim
Açılır açılır gözleri gülümün
İçlerinde yeşil çam ağaçları
Uyanışların en tazeleri
Odamızdan geçer gülüm seninle
Uyanışların en tazeleri
Odamızdan geçer gülüm seninle
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm

Geceleri hep peşinden koşar
Göğsüme takıp yönümü bulduğum
Kalp verdin onur verdin
Yetmezmi deli fişeğim
Kalp verdin onur verdin
Yetmezmi deli fişeğim
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm
Benim en büyük kudretim
Senin sahiden şehrimde olduğunu bilmek
Hatta şu an ıslak şehrimde geceliğinle balkondasın
Bende dokunmaya çalışıyorum ince parmaklı ellerine
Kaldır öpülesi alnını ve bak bana
Yoroz değil kararan
Yüzümde ışığından ayrılmanın kederi
Birazda işte geldik gidiyoruzun hüznü var
Ama gördün mü gülüm
Bir tek gözlerim değişmedi...yine
Bir tek gözlerim

Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm
Feriğim fidanım feryadım
Hey benim zizil parmak
Memleket gözlüm


4 Aralık 2007 Salı

"Sobe"

Neler vardı aklımda, neler anlatılacaktım neler. Ama kısmet sobeye imiş:) iki gündür mutfak bölümü için yaptığım çalışmalar boşa gidiyor. Dün sizler için yaptığım hamsi buğulama ve mercimek çorbasının resimlerini çekemediğim için tariflerini de yazmak gelmedi içimden. Niye mi çekemedim hemen anlatayım:) Dün yine işten gelir gelmez bir yandan temizlik yap bir yandan yemeklere başla derken telefon çaldı. Sevgili eşim yemeğe misafir kabul edip edemeyeceğimizi sordu. Ne diyeyim şimdi kızsam ne olacak anlamaz:) -denedim biliyorum- Neyse arkadaşıyla gelince bende sofra kur, yetiştir derken fotoğrafı unuttum. Bugün yine aynı istekle mutfağa girdim ve çookkk sevdiğim ve bütün gün de hayalini kurduğum kıymalı bezelyeyi yapayım dedim. Sonuç mu hüsran arkadaşlar. Bilgisayarda otururken yemek yandı:((( Ben de bütün kızgınlığımı kocamdan çıkardım. Şimdi küsüz:)) Merak etmeyin çok sürmez bizde küslük. Anladımki bu aralar şanssızım mutfakta. Ben de dedim bu arada muhabbet'im çiçeğim'in sobesine girişeyim:) Valla bu sobe işinde çok becerikli değilim ama, idare edeceksiniz artık:)

Aslında Ben,

Çok tırsak, çok alıngan, çok kaderci ve takıntlı biriyim. İnsanlar beni bencil olarak bilirler ama ben hep başkalarının hayatını yaşarım. Çok vurdumduymaz derler ama alakam yok. Öyle görünürüm ama içimde ne frtınalar kopar kimse bilmez.

İlk kopyam
,
İlkokul dödüncü sınıfa denk gelir:) biliyorum çok erken bir yaş ama valla suça teşvik var kardeşim. Tek kız arkadaşım ilkokul öğretmeni olan babamın testlerini farkettiğinde daha doğrusu bizim testlerinde aynı olduğunu keşfettiğinde beni önce hırsızlığa sonrada kopyaya teşvik etmiştir. Hey sadece test olan sınavlardan bahsediyorum:) Babamın okuma ihtimali yok Allah'tan:)


Cep telefonum,
Samsung D900. Bir senedir kullanıyorum hala alışamadım. Nokia'dan başka marka kullanmadım bu yaşıma kadar. Aşkım'ın hediyesi olduğu için hala alışmaya çalışyorum:)

Aşk bence,

Vücudun ,beynin uyuşması. Bu uyuşukluk halindeyken insanın kendini yaralaması belkide kırbaçlaması. Ve uyuşukluk hali geçtikten sonra o yaraların korkunç dayanılmaz ağrısının hissedilmesi. (Aşk acısı) Ayy çok korkunç bir anlatım oldu değil mi?

En sevdğim bloglar,

politik cevaplardan hoşlanmam ben o yüzden samimi bir cevap vereceğim. Hepinizi seviyorum canlarım:) yanımda hissettiğim ve yanlarında olduğum arkadaşlarımı çok seviyorum.

Benim ilk sobede dilim yandı arkadaşlar o yüzden isim vermeye çekiniyorum. Bu sebeple okuyan ve cevaplamak isteyen herkesi sobeliyorum. Anlaştık mı?

30 Kasım 2007 Cuma

"Mini Kitaplık"















Kitap sever arkadaşlara blogumuzun yeni bir hediyesi daha:) Kitaplık deyince öyle kocaman raflı, çekmeceli ne bileyim dolaplı mobilyalar gelmesin aklınıza. Yukarıda, aşağıda, orada burada gördüğüz iki küçük parçaya kitaplık demişler. Modeller, renkler harika. Ben bunu görüp beğendim gerçekten. Kitaplarımızı düzgün bir şekilde durdurabiliriz. Ama benim gibi çok kitabınız varsa sadece okumakta olduğunuz kitaplar için kullanabilirsiniz. Diğerleri için ek bir kitaplık olacak mecburen:) Başucu kitapları için harika bir çözüm. Ben en çok balerinli olanı sevdim. Ya siz?

29 Kasım 2007 Perşembe

"Kitap- Yastık"



Kitap severler için bir ürün tasarlamışlar. Yastık olarak kullanabileceğiniz aynı zamanda içinde kitabınızı saklayacağınız bir ürün. Ama o kocaman yastığın içinde kitabı nasıl okuyacağız orasını ben de bilmiyorum:) Yine de ilgisini çeken birileri olur değil mi:) Ben ona karışmam da yastık kılıfının şekli çok güzel ya, rengide değil mi:) al işte kadın aklı. Adam düşünsün, düşünmekle kalmasın birde uygulasın berfin hanım ürünle değil kumaşın deseni ve rengiyle ilgilensin:) Benden hiç birşey olmaz valla. Gördüm ama beğendim mi bende bilmiyorum:) Sanırım uykum geldi saçmalıyorummmm..

"İlginç Eşyalar"

Canlarım bugünlerde hayatımda anlatacağım değişiklikler yok. Hal böyle olunca size daha ilginç gelecek konular bulmaya çalışıyorum. Ama hep böyle devam edecek sanmayın:) Tabi ki özüme geri döneceğim. Yemekler, çiçekler ve uydurduğum eşyalarımla:) Ayy ben çatlarım ayrıca konuşmassam yani saçmalamassam:) Ama üyesi olduğum bir grubtan öyle güzel mailler geliyorki ve öyle ilginç fikirler, paylaşmadan edemiyorum. Belki aranızda bunları gören bilen vardır ama ya görmeyen varsa değil mi yani:) Gelen mailde ilginç eşyalar vardı. Ben de bunlardan hoşuma gidenleri paylaşayım istedim:) Daha önce paylaşıldıysa banane ne yapayım yani, onlar paylaştı diye ben paylaşamazmıyım:) hadi başlayalım el oğlu neler yapmış görelim.Al işte adam sen üşenme kalk kokteyllerde insanlar daha çok ve daha rahat yemek yesin diye tabağın yanına bardak koyulacak yer yap. Yahu nerden geldi aklına kardeşim. Çok kokteyllere katılıyordun da aç mı kalıyordun tek elle yemek yiyemediğin için. Neyse siz benim adama söylendiğime bakmayın. Tamamen kıskançlık:) Bence harika bir icat:)İşte bu sandelye harika. Çok şık duruyor. Ama süs olarak iyi olur sanırım. Zira oturduğumuzda sırtımıza giren dal uçları ve yapraklarla çok rahat olacağımızı sanmıyorum:)Ama ben bundan mutlaka almalıyım canlarım. Niye mi? Benim Sayko ve Soyka'nın( kendileri benim japon balıklarım oluyorlar) taşınmaktan canları çıktı. Bir buçuk senedir bir yerleri yurtları olmadı benim yüzümden.Ordan oraya sürüklenip durdular. Bunu duvara asarım olur biter. Bunca seneden sonra bir yerleri olur yavrucakların. Görürseniz insanlık namına haber verinde alalım birtane:) Çok dua ederler valla.İşte buda tam benlik. Çiçeklerimin arasında harika olur valla. Çiçeğin ortasınada otururum ben. Çok güzel bir koltuk değil mi ama? Japon gülünü model almışlar sanırım:)
Ve son olarak portakal masa. Hadi bu güzel hoş da, bunun limon olanını düşünemiyorum:) Okadar gerçekki sanırım limonlusu olsa ben bakamazdım. Niye mi? Tabiki ağzım sulanırdı. Bak şimdi bile ağzım sulandı ki sadece adı geçti. Düşünün ki kocaaaman bir dilim limon sürekli gözünün önünde:) Ağzımın kenarından akardı artık:) Neyse çok uzun bir yazı oldu bu. Benim görüp beğendiklerim bu kadarcık. Hoşçakalın
**Canımgrubumdan melikeye teşekkür edelim(emeğe saygı)

28 Kasım 2007 Çarşamba

"Yetenek"

Resimlere ilk baktığımda hadi canım böyle karakalem mi olur dedim. Fotoğraf çekmişler karakalem diye yutturuyorlar. Aslında bu yaptığım şu yeteneksizliğimi kapamaya çalışmaktan başka birşey değildi. Tabi birde kıskançlık ortadan yarılacak kadar kıskançlık:) ne yapayım bende çok güzel resimler yapmak isterdim ve birde çok güzel şiiler yazmak. Adamlar fotoğraf gibi resimler yapsınlar biz hala çöpten adamlarla avutalım kendimizi. Gerçi artık çöp adamın çizgilerini daha düz çizebiliyorum:)) Ne yaparsın Allah herkese eşit verseydi herşeyi bir anlamı kalırmıydı. Hayırrrr:) O zaman çizen arkadaşı tebrik ediyoruz:) Yahu arkadaşlar şu en alttaki şu canım alttan sağdaki o fotoğraf değil mi? Değil mi:)) Tamam canım anladık.

27 Kasım 2007 Salı

"Gece Lambaları"

Bu lambalar sevilmez mi arkadaşlar bir bakarmısınız. Bunları gördüğümde kendimi hangisini alsam diye düşünürken buldum:) Kendime değil birgün olmasını istediğim çocuğuma:) Doğmamış çocuğa don biçmek diye buna mı derler yahu:) Gülen yüzü bol bir yazı yazıyorum ne güzel değil mi? Saptığımız konuya geri dönersek, gerçekten rüya gibiler. Çocuk odasında hatta yatak odasında herika durur. Aşağıda da beğendim iki tanesini daha ekledim. Ama en çok hangisini sevdiğimi sorarsanız-sormassanızda ben söylerim- yukarıdaki uyuyan micky mouse valla. Harika, bayıldım, bittim çokk güzel. Hadi bakalım siz de seçin beğenin bir tane.


26 Kasım 2007 Pazartesi

"Kaynanalarınızı Sevin"

Başlığa bakıp şaşırmayın.hadi canım kaynana da sevilir mi demeyin:) eğer aşağıdaki davetiye gerçekse valla sevilir:) tamam hadi çok ısrar etmiyorum. ne istiyorsanız onu yapın:)maillerin arasında bir davetiye gördüm ve çok güldüm. sizlerle de paylaşayım dedim. Tamam sevmeseniz bile şükür edin halinize yahu. Aranızda kaynana olan varsa yanlış anlamasın lütfen. Türkiye genelindeki kaynana-gelin ilişkileri göz önüne alınarak gelinlerin kaynana sevmediği ya da kaynanaların gelin sevmediği fikrini ortaya atmışlığım var. Yoksa bir derdim ya da bir yaram yok::) tamam uzadı konu kabak tad vermesin.


DOKTOR oglum

ile su anda ismini dahi hatirlamadigim

UCUZ GORUNUSLU ADI SEY'in

Dugunlerine davetli oldugunuzu uzulerek bildiririm.. .

Ailemizin tarihinde meydana gelen bu en buyuk felaket
8 Eylul Cumartesi gunu aksam saat 9'da gerceklesecek ... ve
hic suphesiz bosanma ile sonuclanacaktir.

Insallah fazla gecikilmeden nikahi iptal ettirmek mumkun olabilir.

Bu yurekler yakan, icleracisi duskirikligi torenini aksam yemegi takip edecektir.

Yemekte sadece kuruyemis sunulacaktir, cunku ismi lazim degil, gelinin alerjisi var.

21 Kasım 2007 Çarşamba

"Barış Çiçeği"

Uzun zaman oldu yazmayalı ya da bana çok uzun geldi. Her gün yazı yazmak istiyorum. Ama sanki zaman dar, gün yetmiyor bana. İşte zaman ayıramıyorum. Eve gidince yazarım diyorum eve gidince gece nasıl oluyor hiç anlamıyorum. Yemek, bulaşık temizlik v.s. offfffff yazarken bile bunaldım. Neyse bu arada bizim buralara soğuklar iyice geldi. Yağmur, rüzgar ve soğuk gelsin ben pek memnunum ama bahçem değil. O yüzden size bahçeden güzel haberler veremiyorum. Ama yukarıdaki çiçek aramıza yeni katıldı. Barış çiçeği adı. Aslında kendisini ilk işyerimde, patronun odasında görmüştüm. Beyaz çiçekleriyle harika görünüyordu ki ilk görüşte aşık olmuştum kendisine:) hemen netten adını, bakımını ve nasıl çoğaltılacağını öğrenmiş ve kimseler yokken bir kök uçurmuştum:)Köklendirmiş, ekmiş ama hüsrana uğramıştım. İkinci denemede de başarısız olunca üçüncüsünü denemedim. Neden mi? Kökler azaldı ve yakalanma riski arttı:) Tam barış çiçeği sayfasını kapattık derken geçtiğimiz hafta sonu hiç olmayacak bir şey oldu. Cumartesi akşamı annemlerden dönüşte yürüyelim dedik. Saat 11,30 civarı. Kaldırımda sohbet ederek yürürken Erkuş durdu ve canım yol kenarına çiçek atmışlar dedi. Tabi gözlüğü olmayınca göremeyen Berfin karısı çiçeği bir türlü göremedi. Canım çiçek varsa kapta gel dedim. Ben dedim hem de Erkuş ‘a. Yolda para görsek eğilip almayan tipler az ilerisinde çöp duran yerden saksı alıyor. Manzarayı düşünsenize. Erkuş’un ciddi misin bak giderim alırım tarzında tehditlerini duymazdan gelerek hadi al , git alsana ne olacak gazlarıyla Erkuş’umu gönderip aldırdım çiçeği. Elinde çiçekle yanıma gelince birde ne göreyim barış çiçeği ama yapraklar aşağı doğru sarkmış yani bir tane dik duran yaprak yok. Tabi biz bir yandan halimize gülüyoruz bir yandan çiçeği ne yapacağımızı düşünüyoruz. Erkuş yaşamaz bu atalım gitsin diyor ben hayır olmaz yaşatırız diyorum. Diğer yandan da kimse görmüşümüdür bizi, gördülerse bu kılık kıyafetle çöp kenarlarından malzeme topluyorlar demişlerdir deyip halimize gülüyoruz. Bu arada çiçeğin yeni evlenmiş birine ait olduğunu düşündük. Çünkü etrafındaki kâğıt ve kurdeleler bile çıkarılmamıştı. Eve geldim birde ne göreyim toprağı taş gibi olmuş. Allah’ım insan dibine bir damla su dökmez mi ya. Gece gece çok kızdım o insanlara. Ama haksız mıyım bakamıyorsan bakabilecek birine ver ne bileyim sağlamken kapının önüne koy biri alsın değil mi? Her neyse hemen çiçeğin etrafındaki süsleri çıkardım, suladım ve balkona koydum. Sabah yataktan kalkınca ilk iş yanına gittim ve ne göreyim ortadaki yapraklar dikleşmiş. En kenardakiler hala solgun vaziyette olunca onları budadım. Ve bir hafta sonra çiçeğimiz yukarıda gördüğünüz durumda. Valla kendimizi hayat kurtarmış görüyorum. Düşünsenize canım kocam onu görüp, almaya çekinseydi bu çiçek çöplükte yok olup gidecekti. Ama şimdi başköşede barış çiçeğim. Böyle bir macerası var kendisinin. Şimdi evinde olanlar için genel özelliklerinden bahsedeyim. Nemli ortamı ve aydınlığı seviyor. Direk güneşten ve çok soğuktan korumak gerekiyor. Bir de kireçli suyu çok sevmiyormuş. Bahçeden haberler şimdilik bu kadar. Bol çiçekli sohbetlerde buluşmak üzere.

19 Kasım 2007 Pazartesi

"Karanfil Kokulu Kadınlar"

Kötü bir niyetim yok, tek derdim karanfil kokmak ve karanfil kokulu kadın sayısını arttırmak. Valla bak tek derdim buJ Nasıl yapacaksın sorusunu duyar gibiyim? Bunu açıklamadan önce şu yukarıda gördüğünüz, büyük ihtimalle hiç bir şeye benzetemediğiniz- aman durun canlarım sizin zekânızla ya da görme duyunuzla alakalı bir şey değil sadece fotoğrafı çeken kişinin yeteneğiyle alakalı-nesneler karanfil. Baharatçılarda rastladığınız, yok orda değilse gittiğiniz et lokantalarında almanız için size sunulduğunda gördüğünüz- bu adet sadece bizim memleket için geçerli olamaz değil mi?- yok orda da değilse ilk kez yukarıdaki resimde gördüğünüz nesne karanfil baharatı. Herkes karanfil baharatını öğrendiyse konun özüne dönebilirim. Kızlar bana küfür etmiyorsunuz değil mi? Evet arkadaşlar karanfil kokulu kadınlar olmak için öncelikle bu baharattan edinmemiz gerekiyor. Çünkü bu baharatlardan istediğimiz boncukları da kullanarak kolye ya da bileklik yapacağız ve buram buram karanfil kokacağız. Seneler önce bu kolyeyi ablam bir arkadaşında görmüş ve yapmıştı bende takmıştımJŞimdi büyüdümJ uzun zamandır yapmak istiyordum buraya da değişik bir şeyler eklemek adına iyi oldu. Yalnız elimdeki boncukları kullandığım için çok gösterişli bir şeyler yapamadım. Sizler zevkinize göre çok daha iyilerini yapabilirsiniz. Benim derdim şimdilik gösterişsiz de olsa takip karanfil kokmak. Eğer sizde karanfil kokusunu seviyorsanız baharatçıdan karanfilinizi, boncukçulardan boncuklarınızı alın ve yapmaya başlayın. Nasıl mı? Karanfilleri akşamdan soğuk suya yatırın. Ertesi gün karanfillerinizi peçetenin üstüne çıkarın ve biraz bekleyin. Yumuşayan karanfillerin uzun kısımlarıyla baş tarafındaki çiçek kısmını dikkatlice bir bıçak yardımıyla ayırın. Sonrasında en incesinden bir iğneye naylon ipi geçirin ve yavaş yavaş karanfillerin ortasından iğneyi batırın. Sonrası zevkinize kalmış. Boncuklar ve metal aparatlarla süsleyebilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken tek nokta karanfilleri ipe dizerken yavaş olmak. Çünkü karanfiller yumuşak olduğu için iğneyi geçirirken dağılabilirler. Haydi kızlar kolyelerimizi takıp buram buram karanfil kokma zamanı.

17 Kasım 2007 Cumartesi

"Lütfen Okuyun- Çok Kızgınım"

Bu aralar bloguma çok zaman ayıramıyorum. Zaman buldukça arkadaşlarımı ziyaret edip bir merhaba yazıyorum ve ses vermek adınada 3-4 günde de bişeyler karalıyorum. Bu arada bloglarda olaylar oluyor, birileri birilerine sataşıyor bir diğeri sahte resimlerle insan keklediğini sanıyor, aynı kişi başka blog açıp kızdığı adamlardan intikam almaya çalışıyor falan filan. Elimden geldiğince bu üçkağıtlardan uzak durmaya çalışıyorum, çünkü kafam basmıyor kardeşim benim. Ben hala kendim gibi çevremdeki insanlar gibi görüyorum buradaki insanları. Derdim magazin programları gibi kimin eli kimin cebinde, kim kime pandik atmış, kimin reytingi yüksek muhabbetlerinden uzak durmak, kendi halinde yazılar yazıp, samimi arkadaşlar edinip biraz mutlu olmak. Zaten yeterince stresli olan şu hayatımda, yükümü biraz hafifletmek . Bu yüzden bu yazıyı yazıyorum ve bu yüzden kızgınım. Ama bazı olaylardan dolayı bu yazıyı yazmaya mecbur kaldım ve buradan sesleniyorum ilgililere.
*Burası benim dünyam, burada sadece benim kurallarım geçerli. *Kimse bana ne yapacağımı, kimi sevip kimi sevmeyeceğimi söyleyemez. *Kimse beni ego tatmini için kullanamaz. *Kimse beni bak senin arkadaşın gel oku, sen yanlış yoldasın ben sana doğru yolu göstereyim anlamında emirler yağdıramaz, *Kimse bana önce dostça yaklaşıp, aa bravo ne güzel, adına sevindim tarzında yorum bırakıp ben de karşılık verince, ayy sazanım düştü bak benim niyetim aslında sana şu linki verip amacıma yaklaşmaktı diye düşünerek beni tuzağa düşüremez.

Diyelim ki bütün bunlar oldu, o zaman ben ne yaparım, bütün insani duygularımı bir kenara bırakıp, tırnaklarımı çıkarırım arkadaşlar. Bütün bunları niyemi yazıyorum. Aslında çok da uzak olmadığınız bir konu. Günler önce hepimizin blogunu ziyaret ederek Eda Suner hakkında yazdığı yazıları okumaya davet eden bir arkadaş vardı. Açıkçası o zamanda çok şaşırmış, öfkelenmiş ama herhangi bir tepki vermemiştim. Neden çünkü kişi kendini bilir. Benim Eda hakkında düşüncelerimi bilen bilir. Herkesten önce ben bilirim. Blogumu açtığımda bana ilk yorumu yaptığında yaşadığım sevinci bugün gibi hatılıyorum. Yardımlarını, sadece ben istedim diye hastası varken bile bana başlık resmi hazırlayışını ve daha neler. Bunları kimseye anlatmak zorunda değilim. Çünkü ben kimseye şu adam kaka uzak dur, ya da şu çok iyi git ona sokul diye emirler vermem ki kimsede bana vermesin. Derdim o kişinin Eda hakkında yazılar yazması değil. Zaten Eda o kişiye cevap verecek birikime sahip. Ve arkadaşlarının başkalarının sözleriyle düşüncelerinin değişmeyeceğini bilir. Asıl konu şu. Dün yoğun iş temposunun arasında siteye girdim ve kısacık zamanda arkadaşlarımın yorumlarına cevap vereyim dedim. Tabi bu arada yeni arakadaşları unutmamak adına gördüğüm sitelerin linklerini ekleyip sonrasında iyice okuduğum için yeni arkadaşları da linkime ekledim. Fakat akşam eve gittiğimde bana yorum yazan benim de karşılığında yorum yazdığım hatta birde linklerime eklediğim bir kişinin şu Eda'ya savaş açan, herkesi de bu savaşa dahil etmeye çalışan kişi olduğunu anlayınca beynimden vuruldum. Ne yapacağımı şaşırdım. Kendimi nasıl aptal ve çaresiz hissettim. Ya ben nasıl bu kadar unutkan olabilirim ,nasıl bu kadar aptal olabilirim nasıl bu kadar saf ve iyi niyetli düşünebilirim. Kendime kızdıkça o kişiye kızgınlığım arttı. Ya arkadaşım sen bilmezmisin ki saygı görmek için saygı göstermen gerek. Farzetki ben seni unutmadım, senin o kişi olduğunu bilmiyorum. Bence sen şunu düşünmeliydin, ben bu kızın arkadaşı hakkında o kadar yorum yazdım ama bu insan benim yorumuma karşılık verdi demekki bu olayın içinde bulunmak istemiyor. Ben de onun bana gösterdiği saygıyı göstereyim ve bu olaya karıştırmayayım. Bırakayım bu kız edi yi sevmeye devam etsin diye düşünseydiniz size karşı bu kadar kızgın olmazdım. Ama dürüst olayım farkettiğim anda yine ilişkimi keserdim orası ayrı.
Neyse çok uzatmak istemiyorum. Yeldeğirmenlerine karşı kim olduğunuzu bilmiyorum. Size sesleniyorum yorumunuza karşılık vermemin sebebi tamamen iş yoğunluğuyla, kim olduğunuzu hatırlayamamaktı. Ortada olmak karışmamak size aptal olduğumu hissettirdiyse buradan söyleyeyim değilim. Tarafımı belli ediyorum Edi benim arkadaşım ve ona yöneltiğiniz eleştirilerin reklamını bu sayfada yapamanıza izin vermiyorum. Benim boş anımdan faydalandığınız hatta iyi niyetimi kullandığınız için de size saygı duymuyorum.
Bu yazı altında tekrar etmek istiyorum bu siteye kötü niyet taşıyan, beni sinirlendirecek, beni üzecek insanların yazı yazmasını istemiyorum. Eğer bu kadar anlatmadan sonrada bu tarz yaklaşımlarda olan kişiler olacak olursa bu kadar kibar olmayacağımı bildirmek istiyorum.
Sitemde yerldeğirmenlerine karşı adlı sitenin sahibine yazdığım yorumu ve linkini gören arkadaşlarım, sadece iş yoğunluğundan dolayı yaşadığım dar vakit ve unutkanlıktır sebebi. Tekrar böyle bir yazı yazmama ümidiyle..

14 Kasım 2007 Çarşamba

"Yine Yeniden"

Ara uzun mu oldu yine, yok canım çok değil:) işte geldim burdayım. Size bir iyi birde kötü haberim var.Önce kötüden başlayayım. Burada bahsettiğim hercai menekşelerim vardı ya,0 hani binbir emekle ektiğim, onlar sizlere ömür. Çok üzüldüm içerledim ki alışkın olmadığım bir olay çiçek kaybetmek. Ama elimden de birşey gelmedi. Gözümün önünde kuruyup gittiler:( Neyse gelelim iyi habere yukarıda gördüğünüz yavrucuklar gidenlerin yerine geldi. Üzüldüm ama yılmadım. Gittim bir tane daha ekleyip dört tane hercai aldım. Bu kez toprağı daha yumuşak yaptım. Toprağın içine şu beyaz eşyalarn içinden çıkan köpüklerden ufaladım(toprağın hava alması için) Saksının deliklerini genişlettim ve kırmızı toprağa hazır toprak ekledim. Yani yaşamaları için başlangıçta elimden geleni yaptım. Gerisi şansımıza. Şans dileyin canlarım.

11 Kasım 2007 Pazar

"Karışık Dolma"



Bu aralar mutfakta zaman geçiriyorum. neden mi? Durmadan canım bişeyler yemek istiyor. Öyle basit ve atıştırmalık şeylerde değil canımın istediği. Ne bileyim kızarmış yumurta iste makarna iste (canıma diyorum) hayır efendim olmaz:) sarma,dolma ya da fırında patlıcan tava gibi zahmet ve zaman isteyen yemekler çekiyor canım. Ya ben hamileliğimi düşünemiyorum bile. Herneyse konuya geleyim ben dağılmadan:) Cuma günü yoğun geçen iş gününde bütün gün eve gidip dinlenmeyi hayal ederken saat 6,00 civarında kendimi sarma sararken buldum:) Nerden çıktı diyebilirsiniz evet söyleyin ama cevap basit"canım çekti". Süreci anlatayım hemen. Saat 6,00 gibi evin kapısından içeri girilir harap ve bitap şekilde. Üzerimizi değiştirirken aklımızda ne yesek sorusu vardır. Makarna, tavuk falan fistan derken dolaptaki sebzeler akla gelir ve ışık yanar dolma yapılacaktır. De git kardeşim bu saatte bu yorgunlukla dolmamı yapılır yahu. Ama canım çekti benim. Peki o zaman başlayalım yemeği yapmaya:)

Malzemeler
10 adet patlıcan
2 adet kabak
2 adet kırmızı biber
bir deste yaprak
Bir su bardağı pirinç
Kıyma
Haşlanmış nohut
salça sıvıyağ
3 orta boy domates
Tuz karabiber

Yapılışı.
Pirinç yıkanıp suyu süzülür. Salça,tuz,karabiber ve kıyma pirince eklenir. Sıcak suda yumuşatlmış yapraklar bu içle sarlır. Yapraklar sarıldıktan sonra içe domates ve nohut eklenir. Patlıcan,kabak ve biberin de içi doldurulur. Yaprak ve patlıcanlar ayrı tencelere dizilir ve üstlerine ağırlık koyularak su eklenir. Kaynadıktan sonra tencereye birkaç adet limon tuzu eklenir. Afiyet olsun.

9 Kasım 2007 Cuma

"Atilla ilhan"

Herşey 2002'nin doğumgününde bana hediye gelen kitapla başladı. Janjanlı kağıt içinde Atilla İlhan -Ben Sana Mecburum kitabını hediye etti çok sevdiğim arkadaşım. O kitapla başladım Atilla İlhan şiirlerine. Ama zamanla şiir dışındaki kitaplarınıda severek okudum. Şimdi O'nu anıyoruz burada,kendi kaleminden dökülen mısralarla. Aşağıda hayatını ve şiirlerini bulacaksınız.Daha fazlası için burdan faydalanabilirsiniz.


Hayatı

1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Askerliğinden önce ve sonra olmak üzere, üç kez gittiği Paris’te altı yıl kaldı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Belli başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Atilla İlhan Ekim 2005'te son yolculuğuna uğurlandı.


KİMİ SEVSEM SENSİN

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet

sarışın başladığım esmer bitiyor

anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli

dudakları keskin kırmızı jilet

bir belaya çattık / nasıl bitirmeli

gitar kımıldadı mı zaman deliniyor

kimi sevsem sensin / hayret

kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret

hepsini senin adınla çağırıyorum

arkamdan şımarık gülüşüyorlar

getirdikleri yağmur / sende unuttuğum

hani o sımsıcak iri çekirdekli

senin gibi vahşi öpüşüyorlar

kimi sevsem sensin / hayret

in misin cin misin anlamıyorum


Ve Can Dündar o kadar güzel , o kadar hüzünlü anlatmşki O'nun son yolculuğunda hissettiklerini eklemeden edemedim.

Can Dündar

Ayrılık da sevdaya dahil

Dilek aradı sabah, arabadaydım.
Titrek sesinde "Nasıl olur" isyanıyla "Attilâ İlhan ölmüş" dedi.
Onun has şairiydi.
Tenhalaştıkça meydanlar, dostlar seyreldikçe, Bilgi'den eski kitapları çıkarır, vaktiyle "müjganla ağlaşılmış" sayfalardan sisli, duvarlı mısralar seçer, karanlığı dağıtırdı:
"Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan/
Biz, yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet/
Birkaç litre kan, bir hayli kemik, epeyce korku/
Sanki bir tespih koptu tane tane savrulduk".

* * *

Aradığında, Attilâ İlhan'ı ilk kez gördüğüm Set Kafeterya önlerindeydim.
Şair'in yıllar sonra bana hatırlattığı deyişle "gencecik bir gazeteci"ydim; şapkasız devrinin edebiyat matinelerini kaçırdığına hayıflanan, hayatın içinde şiirin yitip gidişine yanan...
O gün evine gitmiş, resmini çekmiştim.
"Dersaadet'te Sabah Ezanları"nın arka kapağında durur hâlâ o resim:
Şair, bir salon aynasının içindedir; ayna, Şair'in arkasında...
"Korkacak bir şey yok, hesap tamam" olunca "kendimi hazırladım", duygudaşlarımı aradım.
Çok uzak "sokaklarda mızıka çalan" bir mülteci, "Hoş geldin" diye ona şapka çıkardı:
"Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/
Hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı/
Gittiler, akşam olmadan ortalık karardı".

* * *

Pia gibiydi.
Ben bir şehre geldiğim vakit, o başka bir şehre gitmiş olurdu.
Set Kafeterya'dan Tuna Pastanesi'ne taşınmış, en son Taksim'e Marmara Cafe'nin bir köşesine yerleşmişti.
Her geçişte görür; her daim orada oturacak sanırdım.
Taşındı dün, son kez:
Marmara'nın bir köşesinden, yüreğimizin baş köşesine...
Bir Zuhal Olcay şarkısı saçımızı okşadı, teselli niyetine:
"Çünkü ayrılık da sevdaya dahil /
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili"...

* * *

Son görüşüm Sertellerin törenindeydi.
Tan baskınını dinlemiştim ondan...
"Bizim nesil, o baskını hiçbir zaman unutmadı" demişti:
"Biz, 40'ların karanlığından geldik":
"Ne haydut bir akşamdı / ne kadar da karanlık /
Kilitlenmişti ellerimiz görünmez kelepçelerle".

* * *

O akşam, -yine başında kaptan kasketi, boynunda atkı, eli yüzü şiir-, birkaç iltifat cümlesinden sonra çeneme müşfik bir yumruk kondurdu:
"Kalabalıkları yakalamayı biliyorsun, ama bazı şeyleri söyleyebilecekken, söylemiyorsun" diye dokundurdu.
Serzeniş soslu bir vasiyet gibiydi.
Kızardı, adını tek "T" ve iki "L" ile yazanlara, Gazi'ye tavır alanlara, Batı'dan medet umanlara, Türkçeyi arılaştırıp boğanlara...
Ama yumuşacık kızardı, hiddetini zarif kadifelere sarardı.
"Gidiverdi, akşam olmadan ortalık karardı".

* * *

Gece trenlerinde kayboldu "yeşil fularlı çocuk"...
Biz, "kesik bir kol gibi yalnız", ardından bakakaldık.
O mahur beste çaldı, müjganla doyasıya ağlaştık.
Masum bir oğlanı uyuttuk, elde kalan hüzün şiirleriyle; korkmasın diye karanlığı dağıttık.
Zincirleme rubailerini okuduk, fatiha niyetine...
Sabah, Dersaadet'te ezanlar onun için çınladı.
Yanağımda, aynanın içindeki adamın yumruğunun hemen yanında, mısralarından süzülen ince bir su yolu kaldı.

8 Kasım 2007 Perşembe

"Takılı Kaldım"

Beni okuyan arkadaşlar bilirler ,bilmeyenlerde burdan öğrenebilirler,ben bazen bir şarkıya takılırım ve çevirir çevirir dinlerim. Ve baktım kurtulamıyorum hemen buraya yazarım ve görürüm ne kadar çok takılan varmış. Bugünlerde Sezen'imin Tedbil-i Mekan şarkısında takılıyım arkadaşlar. Ruhumu çiziyor kardeşim sözleri ,yazılır da böylemi yazılır. Diyecek çok şey yok, Takılmak isteyenler peşimden gelsin. Takılmak istemeyenler de aşağıdaki sözleri okuyup tekrar düşünsün. Son olarak seviyorum seni Sezen'im Aksu'm.

(Takılı kelimesi ne kadar çok kullanılır onun denemesini yapmadım valla.Kendiliğinden oldu)

...........................................

Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi
Valizimde taşıyorum keşkelerimi bilelerimi
Havalanmıyor, oyalanmıyor ruhum ne çare
Üstüne hasretle dolduruyorum filelerimi
Neresinden başlasam, eskisi gibi kolay olmuyor
Kelimelere itimadım kalmadı işim çok zor
İri yarı, kötü kalpli, boyalı, geçgin kadınlar gibi
Dil, çöplerini naylon torbalarında saklıyor
Tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında
Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında
Soranlara "eh işte idare ediyormuş" dersin
İyi niyetli değilseler üstü kapalı geçersin
Dilersen ara beni ya da yaz bana arada bir iki satır
Ya da yazma ne bileyim hani yani tutarsa tersin

7 Kasım 2007 Çarşamba

4 Kasım 2007 Pazar

"Zeytinyağlı Pırasa"


Uzun zamandır mutfağa uğramıyorum farkındayım. Ama bu aç kaldığımız evimizde yemek pişmiyor anlamına gelmiyor:)) Yahu şöyle değişik bir şeyler pişiremiyorum ki sizlerle paylaşayım. Ama bugün mevsimin ilk pırasasını pişirdim. Şundan iki sene önce biri bana pırasa pişireceksin dese, hatta üstüne pişirdiğin pırasadan yiyeceksin dese hadi ordan be der geçerdim herhalde. Ama bakın şimdi hem pişiriyorum hem de yiyiyorum. Bir de yanına şöyle bol ekşili ve pul biberli turp ve yeşillik olunca iki tabak bile yiyorum:) Sanırım faydalarını okuyunca daha bir iştah geldi. Pırasayı pişirince dedim bizim mutfaktan bir ses vereyim bizimkilere. Ben ses verdim, hatta üstüne tarif verdim. Gerisi size kalmış.

Malzemeler:
500 gr pırasa
3 Havuç
Bir fincan dolusu pirinç
Bir çay ardağı haşlanmış nohut
Sıvıyağ,salça,tuz

Yapılışı:
Pırasaların dış kabuklarını soyun,havuçların dışını sıyırın, halka halka doğrayıp bol suda yıkayın. Diğer yandan sıvıyağı kızdırıp bir kaşık salçayı yağda kavurun. Yağa yıkayıp suyunu süzdüğünüz pırasayı ve havucu ekleyin. Yağda pıraslar yumuşayana kadar kavurun ve üerini geçecek kadar su ekleyin. İyice yumuşayan pırasalara tuzu,pirinci ve nohutu ekleyin. Pirinç şişmeye başlayınca ateşten alın. Afiyet olsun.

"Saçlarımın Kızılı"


Saçlarımın rengini değiştirdiğimi söylemişmiydim yahu:) Saçlarıma lise yıllarından beri yapmadığım eziyet kalmadı. Her canı sıkılıdğında saçlarıyla oynayanlardanım bende. Bu kezde mavi siyah boyattığım saçlarımdan sıkıldım ve kızıl saç istedim. Tabi bu isteğe kuaför çok sıcak bakmadı. Saçlarıma çok eziyet ediyormuşum küseceklermiş:) Ne yapayım kardeşim sıkılıyorum aaaa. Yalnız işlem yaklaşık bir dört saat sürdü. Artık bundan hemen sıkılacağımı sanmam. Yok saçı açtık , yok boyadık, yetmedi yıkadık, fönledik. Allah'ım söz yapmıcam bir daha demedim desem yalan söylerim arkadaşlar. Ama sonuçtan memnun kaldım. Artık yukarıda da gördüğünüz gibi kırmızı kafalı kızım:) Siz de beğendiniz mi?

"Kırkkaşık Taş Han"


Bir şehirde yaşıyorsunuz hatta bu yaşadığınız yer avuç içi kadar oluyor ama siz o şehirde olan bir yeri bilmiyorsunuz, . Çok ilginç değil mi?:))) Tarsus küçük yer belki ama tarihi yönden gerçekten önemli eserlere sahip. Ee bende buraları yani Tarsus'u arkadaşlarıma tanıtayım dedim ,dedim ama benim haberim olmayan yerler varmış kardeşim:) Kırkkaşık taş han adını şu an hatırlamadığm bir diziye mekan olmuştu. Dizi tamamlandıktandan sonrada restore edilmiş. Dükkanlar kiralanmış ve çeşit çeşit eşyalarla bezenmiş. Renk renk takılar, el işleri örtüler kıyafetler ve çay evleri. Dükkanları gezdik,kendimize tokalar aldık ve oturduk çayımızı içtik. Dükkan sahibi bayanla hanın ne zaman faaliyete başladığından bahsederken, yaklaşık bir senedir faaliyette olduğunu ama bizim gibi birçok kişinin habersiz olduğunu öğrendik. Reklamlarını yapılmadığından bahsedince benim sevgili ablacığım ordan atılıverdi :" Sen sitende bahsetsene" tam cevap verecekken bayan ordan "ayyy çok iyi olur, hem daha çok kişinin bilgisi olur hem reklamımız olur" dedi. Tabi kadına bir saat olayı anlatmak yerine olur deyip çıktım. Yahu ben gazetede gezi köşesi mi yazıyorum da sizi tanıtayım hanımefendi diyemedim:) Altı üstü otuz -kırk kişilik bir blog yazarıyım. Ayrıca şurda beni okuyan kaç kişi Tarsus'a gelecekte sizi bulacak. Ben geldim, gördüm,beğendim yetmez mi? Yinede demeden geçmeyeyim olur ya -olmaz da laf öyle geliyor:) - Tarsus'a gelirseniz kırkkaşık taş hana uğrayın. Güzel bir sohbet, mis kokulu bir bardak çay ve çeşit çeşit dükkanlar sizi bekliyor olacak.

"Resim Sergisi"


Arkadaşlarımızla gittiğimiz nadir mekanlardan biri Kültür Merkezimizin içinde olan cafedir. Geçen haftasonu gittiğimizde resim sergisinin olduğunu gördüm ve hemen içeriye girdim. Fotoğraf çekmek içinde izin istedim, sergi sahibi Adnan Olgun çok sıcak karşıladı. Kendisi yağlı boya çalışmalar yapmış. İstanbul resimleri ve bizler için Tarsus resimleri. Yukarıdaki resimde Tarsus şelalesini görebilirsiniz. Uzun zamandır sergi gezmediğim için iyi geldi. Bir İstanbul aşığı olarak, İstanbul resimlerini görmek hepsinden iyi geldi:)) Kendisini tebrik edip sergiden ayrıldık. Tabi niye bizim böyle yeteneklerimiz yok diye kafa şişirmekten geri kalmadım:) Ablamın vardı aslında resime yeteneği ama o da üzerine çok düşmedi. Ama bende yetenek falan yok valla çöp adam zor çizerim:)) Ama çok güzel sergi gezerim yetmez mi? Sergiden aktaracaklarım bu kadar. Çok güzeldi,hep olsun hep gideyim. Adnan Bey'e de başarılar dileyeyim.

31 Ekim 2007 Çarşamba

"Sevda Sözleri- Cemal Süreya"




Şiir duvarının sıradaki konuğu büyük usta Cemal Süreya. Benim başucu şairim. Başımın ucunda durur sevda sözleri kitabı ki edinmenizi tavsiye ederim sıradan bir okuyucu olarak. Bazı şairler hakkında yorum yapmak zordur ki sıradan bir okuyucu olarak zaten haddim değil biliyorum.-Söyleyeceklerim kişisel hislerin ötesine geçmez-Söyleyebilecği tek cümle ben O'nun kitaplarını severek okuyorum, keyif alıyorum. Yukarıda çok beğendiğim bir fotoğrafını ve kendi el yazısıyla yazdığı mısraları, aşağıda da biyografisini ve en sevdiğim şiirlerinden birini bulacaksınız. Ama Cemal Süreya hakkında daha çok bilgi isterseniz yazılarımda da kaynak olarak kullandığım bu güzel siteyi gezebilirsiniz. Keyifli okumalar..Şiir hep var olsun:)


CEMAL SÜREYA

Asıl adı Cemalettin Seber'dir. 1931 yılında Erzincan'da doğdu, 9 Ocak 1990 tarihinde İstanbul'da öldü.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü'nü bitirdi. Maliye Bakanlığı'nda müfettişlik, darphane müdürü, Kültür Bakanlığı'nda yayın kurulu danışma üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yaptı. Papirüs dergisini üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000'e Doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı.

İlk şiiri 8 Ocak 1958'de Mülkiye dergisinde çıktı. Şiirlerindeki şekil, muhteva ve anlatım özellikleri ile İkinci Yeni şiirine katıldı. Bu akımın önde gelen şairlerinden biri oldu. Geleneğe karşı olmasına karşın geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Şahsiyetli bir şiir dili vardır. Canlı halk dilini kullanması, onu okuyucuya yaklaştırır. Üslubundaki mizah ve istihza, ona ayrı bir özellik kazandırmaktadır.




Hüznün Kuşları




ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli

kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketim eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa
şanssızım diyemem kendi payıma
hain bir aşk bu kökü dışarda
olur böyle şeyler ara sıra
olur ara sıra

.

Cemal Süreya


30 Ekim 2007 Salı

"Sürpriz Diye Buna Denir"




Kendisi hakkında fikir sahibi olmayan ya da fikir beyan etmeyen kaldımı bilmiyorum ama ben burada kendisine olan hislerimi yalın bir şekilde anlatmıştım. Kimden mi bahsediyorum? Hemen söyleyeyim o bir arkadaş, o bir sıcakkanlı , o bir yardımsever, o bir tasarımcı, o bir ömi sever, evet o o bir EDA SUNER. Sakın yalakalık yaptığım sanılmasın valla çok kızarım. Sadece gerçekleri yazıyorum ki onu tanıyanlar hepsine katılacaktır. Kendisi bloguma ilk yorum bırakanlardan. İlk tanıştığımız dönemde bana hatırlatta bir header yapalım sana demişti. Eee bende bu sözü unutmayıp kızın eteğine yapıştım. Bugün yapacağını söylediği için de hiç etmediğim kadar maillerimi kontrol ettim. Az öncede yukardaki iki harika headerla karşılaştım. Arkadaşım çokkk teşekkür ederim. Ellerine ve emeğine sağlık. İyiki varsın.

29 Ekim 2007 Pazartesi

"Ulu Önder Atatürk"


Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Atam izindeyiz...

26 Ekim 2007 Cuma

"Şiir Duvarı"



Kendi iç döküşlerim,mutfağım,bahçem derken berfince'nin hayatında olan şiir'i atladığımı fark ettim. Dedim o zaman hemen bir şiir bölümü açıyoruz. Ya ismi, ismi ne olacak kategorinin? Şiir Duvarı geçti içimden. Neden mi? Ağlama duvarı gibidir şiirler benim için. Önünde diz çöküp ağlamak,içimin gizini açmak,rahatlamak,durulmak gibidir. Ağlayınca, canım yanınca, ya da keyiflenince kitaplıktan şiir kitabına uzanır elim. Uzanırım ,içime sindire sindire ,tüm kaslarım gevşeye gevşeye okur, durulurum. Bir şiir sever olarak şairler hakkında kısa bilgiler verip, şiirleriyle tanıştırmak isterim berfince'ye gelenleri. Kardeşim nereye kadar dırdır berfince'nin çenesi yani.Şöyle düzgün cümleler duymak, okumak sizlerinde hakkı değil mi?

Lafı çok uzatmadan bugünkü şairle buluşturmak istiyorum sizleri.Üniversite yıllarında bir arkadaşım aracılığıyla tanıştım kitabıyla. Severek okudum şiirlerini. Kendisi Bu Aşk Öykü Tutmaz kitabıyla Yasin EROL. İlk kendisinden başlamamın sebebi bileninin az olma ihtimali. Bu sebeple açılışı kendisiyle yaptım ki tanışın ve şiirleriyle buluşun. Eminim sizlerinde yürek tellerinizden birini sızlatacak bir şiiri çıkacaktır. Kitabının çıktığı Bilgi Yayınevi çok güzel takdim etmiş kendisini.

"Yasin Erol, şiirini kuytuda büyüten ve birdenbire ortaya çıkan şairlerden biri.Böyle ansızın çıkıp gelişi bir süpriz;ama güzel bir süpriz. İlk kitabı olan Bu Aşk Öykü Tutmaz, onun şiir dünyamıza çabucak yerleşeceğinin kanıtı.Yasin Erol, köşesinde boş durmamış, özgün bir şiir geliştirmeyi başarmış. Bunun için birikimi ve hazırlığı tam.Erol, duygu ile düşünceyi asla birbirine baskın kılmadan şiirine yediriyor. Duygu Yükünü imgelerle bize aktarırken, zeka işi dizelerde alışılmadık parıltılar yakalıyor.Bu Aşk Öykü Tutmaz, yeni ve güçlü bir şairin çıkışının muştusu."

Sizler neler söylersiniz, beğenirmisiniz bilmiyorum ama şiir de soluklanmak isteyenlerle şiir duvarında buluşalım diyorum. Ne dersiniz, belki sizlerde bu duvara bişeyler yazmak istersiniz?
Ve yazımı Yasin Erol'un sevdiğim bir şiiriyle noktalamak istiyorum. Daha fazla şiiri buradan bulabilirsiniz. Hoşçakalın(TRT modunda bir yazı oldu ama konu bunu götürüyor yapacak birşey yok:)) )

GİZ
Her şey giz içinde
Giz içinde herkesçe bilinen bir gece
Cinlerin cadıların mekanıdır sessiz bir orman
Başkaları duyacağı kadar duysun
Sen bağır
Çığ düşürecek dağlar benim içimde

Tek başına bir çiçek ne kadar anlar sevildiğini
Ah kim öğretti aşkı sana böyle
Kim gösterdi erken olan çiçekleri
Ya kimindi bu bölüştüğümüz yalnızlık

Herşey giz içinde
Giz içinde herkesçe bilinen bir gece
Cinlerin cadıların mekanıdır sessiz bir orman
Başkaları duyacağı kadar duysun
Sen bağır
Çığ düşürecek dağlar benim içimde

Yasin EROL

24 Ekim 2007 Çarşamba

"Hercai Menekşelerim"

Bahçemizi saran sonbahar hüznünü üzerimizden atmaya çalışıyorum biliyorsunuz. Çiçeklerime daha çok zaman ayırıyor, sanki onlara dayanma gücü veriyorum.Hal böyle olunca ne yaparım fikri dönüp duruyor aklımda.Pazar günü önünden geçtiğim çiçekçide gördüm onları ve ilk görüşte aşk:) sonbahar hüznünü dağıtmak için iyi fikir. Evde saksı yok, toprak yok pazar günü nerden bulacağız gibi nedenlerle yıldırılmaya çalışıldım, ama yılmadım. Saksımıda buldum toprağımıda. Gerçi saksıcıda bayağı bir tartıştık ama ne yaparsın ben almak mecburiyetinde olmasaydım sorardım ona, ama mecburdum. Yinede söylediği fiyatın çok olduğunu bunu bildiğimi ilettim arkadaşa. Eve geldiğimde geç vakitti ama hiç problem değil attım kendimi bahçeye. Daha önce hiç yetiştirmedim ama kış bitkisi olduğunu söyleyince satıcı hemen aldım. Ne yapayım yahu çiçek görmeye alıştım. Güller ve küpeli bahçeyi ayakta tutmaya çalışıyor gerçi haklarını yemeyeyim güzellerimin:) Neyse arkadaşlar şu saksıyı doldurmak ne kadar zormuş yahu. Toprak koyuyorum banamısın demiyor. Allah'tan mevsimi geçen çiçekler vardı. Onlardaki topraklarıda aldım ve ektim menekşelerimi. Mutfağımın penceresinede yerleştirdim. Şimdi ekim zamanıymış arkadaşlar sizlerde birer tane edinip gözünüzün önüne koysanız ne güzel olur. Tabi benimki sadece bir öneri:)
Yaptığım araştırmalara göre çok fazla bir bakıma ihtiyacı yokmuş. Gerektikçe sulanmalı-toprağı kuruyunca-ve arada güneş alan gölge yerde tutulmalıymış. Şansımız yaver giderse hazirana kadar çiçek verirlermiş. Bugün bir tanede sarısından almayı düşünüyorum. Var mı isteyen? Aşağıda kendilerini daha yakından görebilirsiniz. İsim mi koysak ne yapsak:) Elim yüzüm çamur arkadaşlar ben toprağımdan arınmaya gidiyorum.. Size iyi seyirler.

23 Ekim 2007 Salı

"Bunu Yapanlara İnsan Denir mi?"

Dün akşam maillerimi kontrol ederken bir arkadaşımdan gelen mail dikkatimi çekti. Sanırım zincir mail.Ama içeriği o kadar önemliydi ki rehberdeki bütün adresleri işaretledim göndermek için. Ve gözlerim ışıldadı. Burda da yazmalı daha çok kişiye ulaştırmalıydım. Bu haberi mucize diye nitelendirecek kişiler olmalıydı. Bütün tanıdıkları mahalleyi hafızamdan geçirdim. Sonra net kararımı verdim önce mail yoluyla sonrada bolgta yayınlayarak çok kişiye ulaşatırmalıydım bu haberi. Sonra benim paranoyaklığım tuttu ve acaba geldi oturdu beynimin ortasına. Acaba gerçekmiydi? Ama telefonlar,isimler,hastane hepsi açıktı. Hem böyle birşeyden oyun olabilirmiy di? Şaka için böyle bir konu seçilebilir miydi? Yapamazdım gerçekliği olmayan bir şeyi yaymak daha kötüydü. Hemen telefona sarıldım ve verilen numarayı çevirdim. Çaldı,çaldı,çaldı ve tam kapayacakken bir telesekreter sesi "Maildeki olayla hiç bir ilgim yoktur" benzeri bir cümle. Belli ki kadını da arıyorlar sürekli. Nasıl bir insanlıktır diyemiyeceğim çünkü böylelerine insan demek istemiyorum. Belki bayanı tanıyan biri, belki problemi olan bir öğrenci belki belki.Belki çok ama konuda çok.Bayanın canını acıtmak rahatsız etmek istiyorsanız ve bu kötülüğü yapacak kadar alçaldınız bari daha az kişiyi kapsayan bir konu seçin. Ayıp bilmiyorsanız,günahı bilin,onuda bilmiyorsanız utanmayı bilin. Benim ihtiyacım olmadığı halde bu kadar hayal kırıklığı yaşadım ya ihtiyacı olan biri duyduysa ve umutlandıysa....Belki tarafınıza da gelir diye yazıyı yayınlıyorum. Ve yazdıkça sinirlendiğim ve kendimi tutamadığım için yazımı bitiyorum.

Cerrahpasa Tip Fakultesi Kulak Burun
Bogaz Anabilim Dali olarak 12 yas alti isitme problemi olan maddi durumu
kotu hicbir saglik guvencesi olmayan fakir cocuklarin tum tedavisini ve
kullandiklari isitme cihazini ucretsiz karsilayacagiz. cevrenizde bu tur
cocuklar varsa lutfen benim telefonumu verin.
SEMA ONAY Rektor asist
Cerrahpasa Tip Fakultesi yurtici yayin koordinatoru
Cep Tel: 0543 291 65 65 --- 0532 504 02 22

Bu mail sizin icin hicbir sey ifade etmiyor olabilir
ama, belki de ulastiracaginiz kisinin vasitasiyla bile hic tanimadiginiz
bir cocugun umudu, zor dunyasinda bir ses olabilirsiniz, elimizden geldigi
kadar cok kisiye iletelim lutfen.


Daha fazla kişiye ulaşırsa, bilmediğimiz görmediğimiz kişilere faydamız olur...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails